(To Be Continued)
Bir adam var, tanıdığım.
Orta yaşlı, kır saçlı, kısa boylu, biraz kilolu, al yanaklı ve güleç biri. Hal ve hatır sormayı seviyor. Alçakgönüllü ve mülayim olduğunu da söyleyebilirim. Kafasına her daim gri bir güneş şapkası takıyor, sanırım biraz bizden gizlenmek istediğinden.
Bir adam var, tanıştığım.
Toplumun ona uygun gördüğü günlük görev, gündüzleri süper marketlerde paspas yapmak; Güneş battıktan sonra ise süper marketlerde sergilenen ürünlerin, taşınırken muhafaza edilmesi için kullanılan kartonları, teker teker katlayıp portatif bir çuvalın içerisinde biriktirmek ve ardından geri dönüşüm merkezine götürmek.
Ailesini geçindirebilmek için ihtiyaç duyduğu geliri, bu gibi yöntemlerle elde ediyor, edebiliyor. Ve hayır, gündüzleri çalıştığı süper market ile akşamları karton topladığı süper market aynı değil. Yani haklı bir gurur, bu duruma çoktan el atmış diyebiliriz.
Geçen günlerde, bana çalıştığı süper marketten bir iş arkadaşının, bir gece o karton toplarken şans eseri yanından geçtiğini söyledi. Onu tanımamış, yüzüne göz ucuyla bile bakmayı gereksememiş. Yaşadığı bu tecrübeyi bana anlatırken, kırık ya da kederli bir gülümseme takınmıştı. Sonraları, üzerinde çokça düşünmek zorunda kaldığım bir manzaraydı bu.
Bu adamın bir oğlu var. Oğlu, doğu bölgesinde askerlik yapmakta. Paraya ihtiyaç duyduğu zaman, babasına haber ediyor. Babası, kartonlarını topladığı süper marketin hemen bitişiğindeki bankamatikten oğluna yüz lira havale ediyor, edebiliyor.
Ayrıca eş zamanlı olarak eşi de çalışıyormuş ancak onun ne iş yaptığına dair hiç sohbet etmedik. Eski bir semtte, aylık olarak beş yüz lira kira ödedikleri bir gecekonduda oturuyorlarmış. İki senelik ev sahipleri, bir sebepten ötürü bu ayın sonunda evden çıkmalarını talep etmiş.
Adam her gece mola vermek için benim çalıştığım süper markete yakın bir yerlerde duraksıyor. Ben de onu özellikle bu molalarında yakalıyorum. Daha sonra sigarasını söndürüyor. Ardından kocaman çuvalını taşımasını sağlayan tekerlekli aracı sırtlanıp, kırık gülümsemesini bana ya da bir başkasına zerafetle sunduktan sonra, karanlığa doğru sakin ve hüzünlü adımlarla ilerliyor ve yavaş yavaş gözden kayboluyor. Anlayacağınız tam bir resim tablosu!
Ona içinde bulunduğu ya da boğulduğu durum ile baş edebileceği kadar masumiyet, kudret ve saflık bahşedilmiş; bir o kadar yüklensin diye keder. Anlaşılan o ki hayat, herkese zıt kuvvetleri eşit pay ediyor.
Bir adam var, tanıştığım.
Bir gece çalıştığım yerde, sigara molasına çıktığım vakit kapının önünde telefonla konuşuyordu. Hareretliydi kanı kaynayan adam. İlgimi çekti. Çaktırmadan onu izledim. Nerede bulunduğunu bilmediğine dair birkaç sözcük savurdu telefonun diğer ucuna. Ben de, bulunduğu yer hakkında bilgi edinebilmesi için bir anda yırtık dondan fırladım. Bir yandan telefonla konuşurken, diğer yandan söylediklerime kulak vermeye çalıştı. Odaklanamıyordu, bakışlarından anladım. En sonunda telefon görüşmesini sonlandırdı ve tahmin edebileceğiniz gibi yanıma doğru yanaştı.
Kafası kel, dişlerinden biri eksikti ancak hangisi olduğunu hatırlamıyorum. Kirli değildi ancak insana ilk bakışta kirli izlenimi veriyordu. Üzerinde, sağ göğsünde NASA amblemi yamalı, yıpranmış bir deri ceket vardı. Ceket, adamın üzerinde sanki emaneten duruyordu, çok boldu. Adamın yaşı hakkında bir tahmin yürütmek zor. Onun için ne genç, ne de yaşlı diyebilirim.
Her neyse. Yanıma geldikten sonra, kısa süreceğini bildiğim için, samimi diyebileceğim biçimde biraz lafladık. Arkadaşlarıyla birlikte, bir iş için buradaymış. Arabasını, bir mevzu sebep, arkadaş grubuna vermiş ve onların geri gelmesini bekliyormuş. İstanbulluymuş ve pek çok "işe yaramaz" sanatçının menajerliğini yapmış. Amerika'da uzunca bir süre yaşamış, üzerindeki ceketi de oralarda bir yerden satın almış. Annesi Yahudi imiş. Adamın telaffuzu ve hitabeti ise fena sayılmazdı.
Sonra aniden, bahsettiklerinin tümüne inanmam için sosyal medya profiline girip fotoğraflarını açtı. Her birini teker teker incelemem için ısrarcıydı. Ardından eski model telefonunun rehberinde kayıtlı olan ünlü numaralarını göstermeye heveslendi ve bir şeyler beni kıllandırdı. Bahsettiklerine ikna olmam için gösterdiği çaba sayesinde suni duyguların zehrini içimde hissetmeye başladım. Bir şeyler içimde yanlış yerlere oturmuştu.
Bana çok iyi biri olduğumu ve iyiliği karşılıksız bırakmamayı kendisine ilke edindiğini söyledi. İş çıkışımda birkaç dakikalığına da olsa bir şeyler içip, benimle sohbet etmek için görüşmeyi teklif etti. Rahatsızca ancak büyük bir hevesle kabul ettim. Sonra molam bitti ve işimin son dakikalarında ölmeye başladım. Bir süper markette pas pas yapıyordum.
Tüm mağazanın son temizliğini yaparken, zihnimde o adamla çoktan tanışmıştım, hatta senelerdir tanıyordum. Daha önce onunla çok kez oturup, çok kez isteksiz bir diyalog kurmuştum; yeni tanıştığım ve gözümün tutmadığı çoğu insanla kurmuş olduğum gibi. O adama dair zihnimde var ettiğim bu saptamaların toplamı ile işten çıktım ve onunla buluştum.
Ayak üstü bir kafeye oturduk. Biraz tetikteydim. Ben bir fincan americano, o ise tarçınsız bir cappucino içti. Sohbet ise tam ön gördüğüm gibiydi; kesik, garip ve noksan. Hiç olmazsa her zaman ettiğim sohbetlerden farklı sayılırdı ya da ben kendimi bu şekilde avutmaya niyetlenmiştim; vaktimi harcadığım düşüncesine esir düşmeyeyim diye. Bu tecrübeyi haneme eksi olarak işlemeye çok hazırdım.
Sonra daha fazla oturursam, evime giden son otobüse gecikeceğimi fark ettim ve adama bunu bildirdim. Kalkmaya hazırlandık. Ve işte tam o anda değişim, takındığı sinsi maske ile karşıma çıkmaya yeltendi. Bana çekinmeden cüzdanını, yani tüm parasını ve kişisel evraklarını arabasının torpido gözünde unuttuğunu söyledi. Böylece hesabı yalnız başıma ödemek zorunda kaldım, olacakların başıma geleceğini bilirmişçesine.
Sonra bulunduğumuz yerden uzakta, bir otelde kaldığını söyledi ve oraya gidebilmek için benden senelerin verdiği samimiyetle borç para istedi. Ertesi gün buluşup vereceğini de tembihlemeyi unutmadı tabii. Ha ayrıca, sohbet arasında ertesi gün benimle buluşmak için de çok ısrarcı bir tavır takınmıştı. Üzerindeki ceketin aynısından bir tane daha varmış, buluştuğumuzda da onu bana hediye edecekmiş. Ayrıca bir tane de Amerikan işi kot! Fazla uzaklaşmayalım, benden istediği parayı vermemek için ona gururla ve keyifle yalan söyledim. Cebimdeyse, trajikomik bir şekilde, neredeyse tam istediği miktara yakın bir para vardı. Kaderin cilvesi. Ya da kim bilir, belki de adam ceplerin içini görebiliyordu.
Tüm bu tezgah, baştan kokmaya başlamıştı. Adamı ele geçiren heyecan ve takındığı gerçeklikten uzak samimiyet, oynamaya çalıştığı oyun hakkında bana fazlasıyla ipucu veriyordu ya da ben parçaları bu formda birleştiriyordum. Hayatta bir şeyleri belirgin bir biçimde saptayabilmek bazen güç.
Sonra durağa kadar gereksiz sohbetimize devam ederek yürüdük. Bense ona uzak kaldım, biraz da yakın. İnsanların kafalarını karıştırmak benim hobimdir. Onlara, onlar gibi yaklaşmak bana haz verir.
Sonra bana cevabını bildiği halde kaldığı yere nasıl gidebileceğini sordu, düşünceli görünmeye çalışarak. Verdiğim cevabı hatırlamıyorum.
Nitekim durağa ulaştık. Yanımızda duran iki güzel kadının ikisiyle de sırasıyla ve birkaç kez üst üste göz göze geldim. Ardından otobüsüm geldi. Tecrübe ettiğim her şeyin hızının artmasından memnundum.
Eski dostum düzenbaz astronot, otobüse binmek için kullandığım karttan faydalanmak adına benimle birlikte otobüse binmeye teşebbüs edercesine bir hamle yapmaya kalkıştı, bense sahtekarlığını reddettiğimi belli edercesine ona veda ettim. Sadece onu değil, dünyadaki tüm sahtekarları reddettiğimi öğrenmişti artık. Ya da ben böyle gururlu hissediyordum, yaptığım küçük eylemler sayesinde.
Derken otobüse bindim, kartımı bastım, kızlar da benimle aynı otobüse bindi, kapılar kapandı. Eski dostumla ayrılırken birbirimize gülümseyip, el salladık ve gece benim için biterken başladı.
Bir kadın var, tanıyorum.
Ancak o da beni, benim onu unuttuğum gibi, unutmuş olabilir. Sahi o kadın kimdi? Demek ki tanımıyormuşum ya da tanışmıyormuşuz. Zaten şimdilik kimseyle tanışıyor sayılmam ve aslen öyle bir kadın da sanırsam hiç olmadı. Ama ben onu var etmiştim. İç dünyamda besleyip, büyüttüğüm ve henüz tanışmadığım bir insanı da, size durduk yere sunacak değilim.
Unutmadan NASA'da çalışan dostum için internet üzerinden yaptığım aptal ve detaylı araştırmalar sonucunda öğrendim ki, bir zamanlar sahip olduğu hayat arkadaşı artık aramızda değilmiş. Yani yaşantı, aslında astronot dostuma da trajedi ve dramayı sunmakta gecikmemiş.
Gri şapkalı güleç adamla ise hala ve ara sıra karşılıklı gülüşmekteyiz.
Siyah ve beyazın ayırdığı insanlık, bir gün iyinin ve kötünün ötesindeki yerde buluşabilmek ümidiyle.