Dalından Kopart, Kıçını Sil, Ardından Toprağa Göm

Gece uykumdan, herhangi bir dış müdahale vasıtasıyla uyandığım ve tekrardan uyumak için çokça çabaladığım vakitlerde, zihnim aniden ve kontrolüm altında olmadan geçmişimdekilere sunabileceğim kelimeleri, normalde belki de beceremeyeceğim kadar mantıklı bir halde kurgulamaya kalkışıyor; hem de erişemediğim bir cesaret, erdem ve dürüstlük ile. Bu durum belki vakti zamanında diyemediklerimin, belki de demek istemediklerimi hep kendime saklamış olmamın bilinçaltımdaki yansımasından kaynaklıdır. Bilmiyorum...

Bahsettiğim durumun çoğunluğunu hep içimde yaşayan ve iradem ötesinde olan esaslı bir varlık gerçekleştirirken, iradem dahilindeki ben, tekrardan uyuyabilmek için yattığım yerde kıvranıyor ve gerçek anlamda can çekişiyorum. Zihnim, oluşturmaya yeltendiğim bu hayali diyalog ya da monologları var eden kusursuz nutuğumu yönlendirmeye çalışıyor. Söylemleri bütüne ulaştıran tüm sözcük öbeklerini sıralandırıyor, hepsinin üstünden geçiyor, hitabete oldukça özen gösteriyor, iletişimi karşı taraf için yeniden kurguluyor ve yanlış ya da noksan olan her şeyi düzeltip, dolduruyorum.

Uykuluyken bile, kendi adıma konuşmaya yeltenirken nitekim yine başkası için konuşmak zorunda kaldığımı kendime üstesinden gelemeyeceğim bir gerçek olarak kabul ettirmiş oluşum, benliğimi bir nevi uykumda paramparça ediyor. Belki de kişiliğim bölünmekte. Bunu idrak etmek beni bana savunmasız hissettiriyor.

Sonra hayal gücüm devreye giriyor ve bu kusursuz ya da bütünüyle gerçek olan kurmaca iletişimin gerçekleşebileceği her bir hali, her saati ve tarafların olası tüm ruh hallerini seçenekler dahilinde en insana müsait şekilde eleyerek, en olası haline ulaştırıyor. Nitekim bu zihinsel ve müthiş yorucu kavganın, uykulu ve dürüst zihnim vasıtasıyla, bir sonu olamayacağını fark etmeye kendi bilincim itiyor beni.

Kurgulamaya çalıştığım bu iletişimin, bir şekilde en tatmin olduğum yerinde her şeyi iradem dahilinde kesiyor ve uykuya dalabilmek adına kendime hikaye ya da masal tadında örüntüler oluşturmaya başlıyorum. Uyku ve uyanıklık arasında bile savaşıyor oluşum, yer yer beni kendimden ve beni bu durumda bırakan her şeyden tiksindiriyor; en çok da kendimden.

Tüm bu çabalamalar sonucunda ise bazen uyuyakalıyor, bazense bir süre daha can çekişiyorum. Bana kalırsa fiziksel yıpranmışlığımdan ziyade zihnen halsiz düşüyor ve kendimi kapatmaya yelteniyorum. Genellikle uyuyabiliyorum; bir yandan da bu şansın -insanın uykuya dalabilmesini bir şans olarak nitelendirebilirsek- vücudumun içinden kayıp gitmemesini gönülden arzuluyorum. Uykuya dalabildiğim vakitlerin hemen hemen hepsinde, uyandığım vakit aklıma ulaşan ilk düşünce spermi, yine bu uyur-uyanık halde bile vermek zorunda kaldığım savaşın ilginç acınasılığına ait oluyor. Sonrasında kendi kendime ve kendim için, müthiş bir üzüntü duyuyorum.

Bu şekilde uyandığım günlere böylesi yorgun başlamak zorunda kalınca ise, önümde duran tüm günü ve o gün üzerindeki belki de tüm hakimiyetimi yitiriyor; o günü bambaşka, değişken, dengesiz ve bir nevi aşağılık olarak nitelendirebileceğimiz bir ruh hali yelpazesi dahilinde geçiriyor, geçirebiliyorum. Sonrasında ise günlerimin kendim için kalitesiz ve çaresiz bir nitelikte oluşu; daha da beterine kavuşabileceğim ihtimali beni benden, beni ben kılan ve kılmayanlardan, yani herkesten, en çok da yaşamın kendisinden ve sahte doğallığından uzağa itiyor.