Yol & Yolcu
Yoldayken öğreniyorum ki ruhum, ıslahına göre bedenleniyor. Bedenim, donatılmış olduğu beş duyu aracılığıyla dış dünyayı algılıyor ve algı kabiliyetim de, içine doğduğum çevrenin etkisiyle, içimde aktive olan niteliklere göre form alıyor, şekilleniyor.
Böylelikle, yaşamaya koyuluyorum ve beni saran dış dünyaya ait hisler, içimde ifşa olmaya başlıyor. Yavaş yavaş hayat ve ona karşı nasıl bir yaklaşım geliştirmem gerektiği bana, belki de hiç sezdirilmeden öğretiliyor. Ben ise hep bir şeyler yaptığımı sanıyorum.
Hislerimin birikim ve zenginliği ile, sanki bir bebek gibi büyütülüyor ve nitekim bir anlayışa getiriliyorum. Bu anlayış, beni spesifik bir yoksunluğa getiriyor. Bu yoksunluk ise bana kocaman bir arzu monteliyor. Ve bu arzu, içimde bir çığ gibi büyümeye başlıyor.
Sonra, o zamana dek beş duyum ile algıladığım ve ‘gerçek’ dediğim hayat, sanki gözlerimin önünde yavaşça sönüp gidiyor ve ben, içimde giderek büyüyen o tek arzuyu doyurmak odaklı, koca bir iştaha dönüşüyorum. Bir anda her şey önemini yitiriyor; o büyük ve belirsiz arzudan başka...
Tecrübelerimden tat alamamaya başlıyor ve sanki yokluğun içerisinde var olan bir yokluğa dönüşüyorum. Ağzımda, sanki kum yalıyormuşum gibi bir tat beliriyor. Yeri geliyor insanlarda, yeri geliyor ağaçlarda, yeri geliyor kuşlarda suç buluyorum; ancak asla kendimde değil.
Sonra gözlerim açılıyor, kalbim söz alıyor ve zaman zaman düşünüyorum, “Ben kimim? Kendim ve hayatım üzerinde bir söz hakkım var mı? Yoksa bana kuvvet veren bir güç olmalı. Bana bir kil parçası gibi şekil veren, üzerimde işleyen bu güce nasıl karşılık veririm ve verdiğim karşılık, hayatta ne gibi sonuçlar doğurur? Bu gücü nasıl hissederim?”
Uzun lafın kısası yaşantımı ve onu ören elementlerin tümünü detaylıca incelemeye koyuluyorum ve bana öyle geliyor ki etrafımda bir sistem işliyor. Ben, bu sistemin bir elemanıyım ve bu sistemin, bükülemez kanunları var. Bu düşünceler, benim için bir zamanlar gelip geçiciyken, şimdi zihnime kancalarla tutunmaya başlıyor; sanki her biri içime işliyor.
Aksiyon ve reaksiyon, neden ve sonuç, almak ve vermek gibi zıt kuvvetler ve denklemlerde nasıl bir role sahip olduğuma dair kafa patlatıyorum. Sonrasında bu kuvvetleri hayata atfediyorum. Kendimi, hayatı kavramak için atılmaya hazır ve doğru doyuma gelmek için de güdülenmiş bir halde buluyorum. Sanki benden, arınmış toprağın hakkını savunan bir piyade yapılmış... Şimdi ise hem beni çevreleyen, hem de içimde hüküm süren bu boşluk, sanki ışıldıyor. Sonrasında düşünüyorum, “İçimde bu ışığı kim yaktı?”
O andan sonra ise bana bahşedilen doğru yoksunluk, beni doğru talebe getiriyor. Bu edinim ile birlikte anlıyorum ki ben bir arzuyum: istemek, almak ve doldurulmak için varım.
Ve böylelikle talebim, bir alev gibi gökyüzüne doğru yükseliyor ve sonrasında kendimi ikinci hayatımı yaşarken buluyorum. Bu farkındalığım bana, benim değilmiş gibi geliyor. Kendimi komadan çıkmış gibi hissediyorum ve sanki hayat, ardı ardına yaşanan silsilelerle örülmüş gibi geliyor. Kendimi, bu örüntüye uyumlamak, daha da doğrusu ondan bağımsız kılmak istiyorum.
Ve zamanla görüyorum ki o ana dek, yaşadıklarımın hiçbirinde iradem söz hakkı sahibi değil, hiçbir zaman da olmamış. Bu anlayış, bana ters bir şekilde güç aşılıyor ve hayatımı kazanmak için, alnımın teriyle çalışmaya koyuluyorum. Ekmeğimi alnımın teriyle yemem gerektiğini anlıyorum.
Ve başımı kaldırıp ilk adımımı attığımda, henüz yürümeyi bilmediğimi fark ediyor ve düşüyorum. Sonra etrafıma bakınıyor ve benim gibi bir sürü insanın, yürümek için güç topladığını görüyorum. Çaba, inanç ve amaç, bizi bir anda birbirimize bağlıyor. Sanki hayatlarımızın ve birbirimizin sorumluluğunu üstlenmek üzere, sessizce yapılan bir anlaşmanın altına imza atmış gibi ağır hissediyoruz ve bu his, havada süzülüp bizleri birleştiriyor. Herkes durup, birbiriyle göz göze geliyor ve o an ayakta duruyoruz, hepimiz...
Ve yolun bir sonu olmadığını, açıkça gördüğümüz halde, korkmadan yürümeye koyuluyoruz. Çünkü anlıyoruz ki yolun sonunu, yoldayken attığımız her adım ile, birlikte inşa ediyoruz.