Kimi istediysem ya da aradıysam; neyi keşfettiysem ve şimdiye dek ne öğrendiysem, bulduğumda hep o olduğumu, ona dönüştüğümü ya da kendimi, o şeye bir biçimde yakın pozisyonlandırdığımı hissederdim. Bu, benim için, hep otomatik işleyen bir yapıydı. Başka şeylere özenmek, kendin olmak yerine, başka bir şeyi ya da birini giymeyi arzulamak. Kendinden kaçmak ve olmak istediğinden medet ummak. Ancak bunun aslında yanılgıdan ve işkenceden başka bir şey olmadığı, hep bariz bir gerçekti. Belki de bunu kabullenmekte, geciktim. Çünkü tüm dünyayı ve onun işleyişini yutmaya kalkışmıştım. Ve hep bir şeyleri alt edebilecek kadar güçlü olduğumuzu sanarız ve ne kadar fazlaysak da kendimizi, o kadar aynı hissetmek zorunda bırakırız. Ne kadar şişer ve ne kadar çoğalırsak, o kadar lanet doğururuz ve üzerimizdeki lanet başkalaşımı, var olduğumuz yerde gelişmeye tercih eder; sadece bizden intikam alabilmek adına. Bütün karanlık aynı noktadan, aynı yöntemle enseler bizi; tıpkı bizim onu aynı delikten üfledi...