Bulantı

İnsanlığın sosyal yüzeyine dair yontarak körelttiğim, pek donanımlı bakış açısı, beni insanlığa, yani topluma karışmaktan bir noktada alıkoyuyor. Bahsettiğim bakış açısı, kendim için bütünüyle ve fazlasıyla deneyim, şüphe, merak, ilgi, sezgi ve gözlem aracılığıyla meydana gelip, duygular ve mantık ile harmanlanarak merkezimde sabitlenmiş bir pozisyonda sayılabilir.

Fakat kendi gerçekliğimin özünü keşfedebilmek adına içime doğru yavaş hamlelerle bükülmeye kalkıştığım her an, aslında oluşturmakta olduğum bu örgüsel yapının çok da sağlam olmayan bir zemin üzerinde kurgulandığını gözlemliyorum. İşin aslı örüntünün materyali de pek kaliteli değil.

Bu durum beni herhangi bir sınırlama olmaksızın, gerçeklikten uzakta durma arzusu, dengesizlik ve imkansız için çabalama haline sürüklüyor. İçinde kaldığım bu bocalamaların tümü, kimliğimi her geçen gün tekrar tekrar avlamaya ya da kemirmeye kalkışıyor.

Yaşadığım zaman dilimine ayak uyduramamak, adeta havada asılı kalmak ve tutkularımı sıkıca kucaklamaktan öte artık tutkularımın alevinin göz kamaştırmayacak kadar sönük olması, sözünü ettiğim kişisel av ve avcı ilişkisinin doğurduğu sonuçların neredeyse tamamını oluşturuyor. Günbegün, rüzgarın şiddetine kapılarak silikleşiyorum.

Sartre'dan bir alıntı ile bu metni sonlandıracağım: "Biliyorum. Bana tutku verecek herhangi bir şeye ya da kimseye artık rastlamayacağımı biliyorum. Bir şeyi sevmeye kalkışmak, önemli bir işe girişmek gibidir. Enerji, kendini veriş ve körlük ister. Hatta başlangıçta bir uçurumun üzerinden sıçramanın gerektiği bir an vardır; düşünmeye kalkışırsa atlayamaz insan. Bundan böyle artık bu gerekli sıçrayışı yapamayacağımı biliyorum."