Deneme: İçsel Benlik ile Söyleşi

Düşünce diyarında, yoğun bir duygu karmaşası. Deplasman ya da misafirlik. Bilinmeyen bir kıtayı keşfettiğini sanan kaşifin, o adanın yerlileri tarafından çorba yapılması.

Ne yaptığını ve nerede olduğunu bilmek, bildiğini sanmak ancak pozisyonunu önemsememek. Hayatın sunduğu tüm koşullara boyun eğmek ve onun taleplerini okuyamamak. Belki de ne istediğini bilmek, ancak onları gerçekleştirmeye dair herhangi bir kuvvete sahip olmamak.

Her fikri, zihinde dolaştığı formunda dışarı çıkartma arzusu. Ağızdan fırlayan her sözcüğün, bir karşılığı olduğunu varsaymak ve bu karşılık alışverişini yapmak istememek. Karşılıklı olanın kalp kıracağı, belki de umut aşılayacağı düşüncesi. Karşı tarafın istediğini, karşı tarafa sunmayı arzularken belki de karşı tarafla aynı isteğe sahip olmak ve bu isteklerin aynılığının birbirleriyle bir şekilde çarpışması. Big bang!

Duygular merkezinde oluşan yıkıcı tezatlık. Hissetmek, hissetmeyi derinden istemek ve hissiyatın yükünü paylaşmaya duyulan arzu. Sevgiyi tatmak, tatmaya çalışmak. Yalnızlığın tokat gibi, yalın ve gerçek oluşu. Yalnızlıktan sıyrılmayı arzulamak ancak bir benlik inşa edebilmek için doğru olanı tespit edememek ve kimsenin bu düğümün çözülmesine fırsat tanımıyor oluşu. Bakış açılarının çeşitliliği.  Hiçbir şey sonsuz değil.

Heyecana ulaşmak için sarf edilen çaba. Yalanlar, yalan görünümündeki gerçekler ve gerçeğin en saf ve de en keskin hali. Doğru olanın, doğru zamanı beklemesi ve bekleme sürecinde, zamanın aşınmasıyla benlikte oluşan bir takım pürüzler. Bekleyişin, sessizliğin ve insan tiyatrosunda rol sahibi olmanın yıkıcı gücü. Maskeler düşebilir, pelerinler tutuşabilir.

Yasaklı yaftası yemiş duyguların hissedilmesi ve tümünü engellemek için verilen mücadele. Ne istiyor? Ne istiyorum? Ne istiyoruz? Belki hepsi bariz, belki de hepsi gizli...

Bencillik, her yere bulaşmış. Menfaat, her kuklanın ipini çekiyor. Ne demeli? Neden düşmanca? Bir ve birlik olmak, neden bu kadar zor? Neden böyle hissetmek? Neden böyle davranmak? Gerçeği nasıl bir halde sunabilmeli ki, en nihayetinde herkes gerçeği bütünüyle görüp bükebilmeli?

Ani bir duygu patlaması. Varoluşu ve var olanı suçlamak. Suçlarken pişman olmak ve pişman olurken gizlenen tehlikeyi sezmek. Risk almak. Umulmadık kişiler ve umulmadık değerler. Belki de olması gereken budur? Hayır kesinlikle olmamalı. Evet olan biten her şey bu ve her şey bundan ibaret! Öyleyse ne demek istedi? Ben ne demeye çalıştım? Neden dolup taştığımı hissederken, dünyaya ilk kez gözlerimi açmış gibiyim?

Olan biteni görüyor olduğumu sanmak mı beni isteklerimden ve en önemlisi benden uzaklaştırıyor? Onların istekleri, benim isteklerim değil mi? Bana öyle geliyor ki her birini elde etmek için önceden belirlenmiş olan yöntemlerin tümü, benim arzularımdan uzaktaymış gibi. Gibi... Gibi olandan korkmalı.

Kurtulmak için arayışta olmak. Her ey el değmemiş olsa, çaba sarf etmeden, olduğu gibi alıp yaşasak. Tıpkı su gibi. Yoksa gözler mi görüleni perdeliyor? Yoksa kimse henüz doğmuş sayılmaz mı? Anlam, her şeye bulaşmalı mı? Alışmak mı yoksa duyguların sabitliği uğruna savaşmak mı?

Hiçbir şeyin bir önemi olmadığına inanmışken, ne kişinin gözlerinde bir değer kazanabilir ki? Hayır, bu fikri kabullenemem. Kabullenirsem ayakta kalamam. Savaşmalıyım. Savaşmalı, kanamalı ve kanatmalıyız.

Ne diyeceğim? Bilmiyorum. Şu an ne yapıyorum? Az önce neden duvardan duvara şiddetle çarptım? Daima ölüyüz. Tekrar tekrar diriliyor ve teker teker de pes ediyoruz.

Belki de hiçbir şeyle, hiçbir alıp veremediğim yok. Belki de tüm yaşantım boyunca, öylece duracağım. Bu bir iç savaş ve taraflar olarak kozları paylaşamayacağız.

Artık biraz daha sakinim. Gözlerimi böylesi bir hüzünle doldurup dikmiş, neye ve nereye bakıyorum?