Üstü Örtülü Tragedya I: İlk Kez Misafir Olunan Bir Evde Olanlar

"...Öyleyse anlatmalıyım.

Yanıldım ve yanılttım. Beklemeye koyuldum; tıpkı pusuda bir avcı gibi. Bekleyişimin en uç noktasında, avımı görür gibi olmaya aldandım. Beraberimde getirdiğim her şeyin ağırlığını, bir başkasının sırtına yükleyebilmek adına duygularımın tasmasını saldığımın açıkçası pek farkında değildim. Bu ağırlık avımı korkuttu. Onu korkuttum. Kaçmaya yeltenir gibiydi.

İşin gerçeği, uzun zamandır açtım ve pusmuştum, bekliyordum. Avıma, çeşitli yöntemler deneyerek yaklaşmaya değil, planlamadan yaklaşabilmeye, onu hissedebilmeye ve bu avdan haz almaya açtım. Kendi kendime yarattığım bu titrek bir arzu kıvılcımı, içimdeki "bu işi becerebilirim" alevini harladı ve ben de  yangınıma kucak açtım.

Sanırsam bendeb başkasına biraz yabanileşmiştim, en sonunda kendimi, kendimi bilmişlikten bir parça kopartıp, üstüne sertçe basarken yakalayınca anladım.

Biraz ben, biraz da tam aksim gibi görünene yaklaştım sandım, yaklaşabilirim sandım. Kör olmuşçasına, etrafımı görmeden, koşar adımlarla, ona ulaşabilmenin hızına kapıldım. Bu sefer sevmeye yaklaşmış gibiydim, ramak kalmıştı. Fakat vardığım yerde durmam gerekti ve de kalakaldım.

Genelde umulmadık davrandım, çünkü pek düşünmüyordum. En nihayetinde de karşılığını aldım; bu hakkaniyetli bir alışverişti. Yaptıklarımın hiçbirinin sonucunu, bana biçildiği gibi üstlenmiyordum. Çünkü eylemlerimin sorumluluğunu üstlenmeyi sevmem. Çünkü yapmam gerekeni, bütünüyle istediğim için yaparım. Bu benim defom.

Tutkuyu, anlık da olsa yitirmemek, sivrelmiş olan duyguları derinlere saplamak ve en nihayetinde her şeyi paylaşabilmek için yaptım. Amacımı, amacıma olan sadakatimi izah edemedim ya da kendimce olan harfleri aradım, seçtim ve de kullandım.

İçimdeki kasırgadan bir parça sunmaya her yeltenişimde, ciddiye alınmadığımı hatta bir nevi yargıyla beraber idama mahkum edildiğimi sezdim. Ve bu anlara kin ile yaklaşmak istedim, yeri gelince de yaklaştım.

Çizdiğim karakteri giydirdiğim kişiyle hep vakit geçirmeyi çekti canım, sadece onunla olmak istiyordum. Onun arzularını doyurmak, onun hazzını paylaşmak, onun mutluluğundan mutlu olmak. Bu olamazdı ve durmam gerektiğini bildiğim için gücümün yetmediği her şey ile mücadele etmek adına zehrin sıvı haline daha da bulandım.

Sonra içim karardı ve bir anda geçmişin karanlık elini akciğerlerimi şiddetle avuçlarken yakaladım. Bulduğumu sandım, fakat bulunduğum anın hakkını savunamadım. Bazı hatıraları ve bazı insanları istemeden çiğnedim ya da tezat biçimde, insanlara ihtiyaç duyduğumdan bolca yakındım.

Benliğimi ezdim, büzdüm. İç muhakemeden giderek uzaklaştım ve nitekim, kendimi yeniden inşa etmenin temellerini istemsizce atmam gerektiğini anımsadım. Değişmeliydim.

Belki de arayışım yeni bir mana kazandı çünkü bu kanlı bir savaştı ve insanın insana katabileceği yegane değer; sevgi bu savaşın ateşkesiydi. "Kim ne derse ve ne düşünürse düşünsün" dedim kendi kendime, "ve de düşünmeli".

Belki de her şey aniden beliriverdi. Büyük bir kütle ile üstümüze üstümüze geliyordu ancak duyguyu diri tutmanın yolu bir, o da sanırsam düşünmeden hareket etmeli. İşin gerçeği bu, dünyanın en büyük yanılgısı.

Hepsi bir yana, eşeleyerek en sonunda bulduğumu sandığım her şeyin, aslında sadece özenle yazmış olduğum bir senaryo içerisinde rollerini oynuyor olduğunu anladığım vakit, geldiğim gibi uzaklaşmaya niyet etmek de bir hayli kederli." dedi serseri.

Der demez yorgun yeşil gözleri, duvarın bir kuytu kesitini aradı ve buldu. Bakışları, bulduğu yere yapıştı ve etrafında belli belirsiz görünen her şey, git gide bulanıklaştı. Uzunca bir süre oralarda kaldı, dolandı. Nitelim gözlerinin gördüğüne karışarak, fiziksel olarak bulunduğu yerden yavaşça uzaklaştı.