Doğamızı Anlamak
Herkes, bir şekilde, başkasında gördüğü açığı kapatmak ya da daha dürüst bir tabirle başkasının kusurunu örselemek peşindedir. Herkes, kendini tanımadığı ölçüde ancak bir başkasına kendini tanıtabilir ve esasen herkes, başkalarını tanıyor olduğuna inandığı kadar, kendi doğasını tanımaktan bir adım daha uzaklaşmış olur.
Herkes, başkaları için sınırlarını belirlediği gerçekliğe dair, kendince kuvvetli çıkarımlarda bulunur ve bu çıkarımlara da gözü kapalı kanar. Ancak kişi, gerçekte sadece kendini kandırır ve de kandırabilir.
Kişi, mantığı aracılığıyla oluşturduğunu sandığı tüm bu çıkarımların, esasen kendisinde eksik olan nitelikler olduğunu göremez. Yani temelde herkes, kendi yoksunluğunu, başkalarının haklarını sömürerek yamamaya çalışır ve bunu otomatik çalışan bir makine gibi, bilinçsizce uygular. Çünkü insanın doğası, yalnızca kendi menfaatine odaklı işler.
Her birimiz, birbirinden farklı niteliklerle kuşatılmışızdır. Bu tıpkı suratlarımızın birbirinden farklı olmasına benzer. Yaratılıştaki tüm bu zenginliğe rağmen herkes, içerisinde zorla zapt ettiği sahte kimliğini, karşısındakine altın tepside sunmaya meyillidir. Böylelikle de kişi, gösteriş ve takdir edilmek peşinde olduğundan, kendini esas ve üstün insan gibi hisseder.
Bazılarımız, başkalarını oluşturan bu nitelikleri saptayınca, o niteliklere sahip olmayı arzular ve bu arzulara da sorgusuz boyun eğer. Bazılarımız ise, bir başkasında eksiklik tespit ettiği an, o açıklıktan içeri elini daldırır, oradaki her şeyi sıkıca kavrar ve bir vampir gibi sömürmeye koyulur. İşin gerçeği, bundan büyük bir keyif de alır... Çünkü bizler, hayatı "ben" ve "benim dışımdakiler" diye ayırır ve bu gözle ölçüm yaparız. Ancak bu prensip, kişinin kendisi için örüntülediği bir aldanmaca ve baş ağrısından başka bir şey değildir.
İşin gerçeği tüm bu körlük, hiçbirimiz için uğrunda tasalanacak kadar mühim ya da ciddi değildir. Ancak doğamıza kazınmış bu bencil yaklaşımın, tam karşısında duran ve hepimizi düzeltip, sonsuz mutluluğa ulaştıracak olan basit bir öğreti vardır: kendimize yapılmasını istemediğimiz şeyi, bir başkasına yapmamak.
Bazılarımız, başkalarına karşı bu özgecil tavrı takınmanın ne derece önemli olduğunu görebiliyor olsa dahi, bu tavrın sorumluluğunu üstlenmemeyi tercih eder. Çünkü herkes, insan doğasının yükünü sırtlanabilecek kadar dirayetli ya da gözüpek değildir ve işin aslı doğa, bu yükü hak edenleri kendi elleriyle seçer.
Kişinin, bu başkası odaklı tavırdan uzak durma nedeni, ıstıraptan kaçıp, hazzın olduğu yerde var olmayı arzulamasından dolayıdır. Kişinin doğası, bu basit denkleme göre programlanmıştır. Ancak bu denklemde, gizli ve can alıcı bir kısım daha vardır: arzu ve haz, ilk temas anında birbirini daima iptal eder.
Hayatınızın bir şeyi çok arzuladığınız herhangi bir dönemini anımsamaya çalışın; hatta bu çok arzuladığınız "şey", gerçekten de o dönemin sonunda elde edebildiğiniz bir şey olsun. Bunun üzerine, az sonra okuyacaklarınıza dair kabaca düşünün: o arzuladığınız şeyi elde etmek adına harcadığınız çabadan aldığınız haz, o şeyi elde ettikten hemen sonra hissettiğiniz hazza kıyasla neredeyse yok denilecek kadar zayıf, öyle değil mi?
Bunun nedeni, arzuladığımız bir şeyi elde ettiğimizde hissettiğimiz hazzın, onu hissettiğimiz an kaybolmasından kaynaklıdır. İçimizde oluşan bu kısa devrenin mimarı ise, çok gelişmiş ve doymak bilmeyen egolarımızın bayağılığıdır. Sırf onu tatmin edebilmek uğruna, bütün ömrümüzü harcar ve ölmemize yakın, geçmişimize dönük bir hesaplama yaptığımızda, sahip olduğumuz ya da kendimize atfedebileceğimiz herhangi bir şeyin olmadığını görürüz.
Bu çarpık durumun farkına varan kişi, bazen -özellikle kendisi ile baş başa kaldığı zamanlarda- içinde anlamlandıramadığı bir rahatsızlık hissetmeye başlar. Nitekim içinde var olduğu doğanın, gerçekten de kusurlu olabileceğini ona çağrıştıran düşüncelere kapılır. Bu düşünceler, tatlı ve geçmek bilmeyen bir kaşıntı gibidir; bir süre sonra ciddi bir acı verir. Ve nitekim kişi kendini, bu kaşıntıdan kurtulmanın yollarını aramaya kapılmışken bulur...
Bu arayış, az evvel bahsi geçen denklemdeki gizli kısmın, üzerimizde işlemesinden kaynaklıdır. Hayat, insanlar için, bu gizli kısmın temelleri üzerine inşa edilmiştir ve bunun da spesifik bir nedeni vardır.
Doğa, kusursuzca işleyen bir sistemdir ve sadece insan bu sisteme adapte olamamıştır. Bu nedenle de doğa, bizlerden ona uyumlanmamızı ve bencil doğamızın üzerinde seyreden bir yaşam biçimini, kendi çabalarımız ile benimsememizi talep etmektedir. O, bizlerden, başkalarını gönülden önemseyebilmemizi bekler.
Hayat, bizlere gerçek özgürlüğü sunmaktadır: haz ve ıstırabın prangalarından sıyrılmış bir yaşam... İnsan için, bundan daha büyük bir ödül yoktur. Bunu başarabilmemizin ve bütün acılarımıza bir son verebilmemizin en önemli unsuru ise birlik ve beraberlik bilinci içerisinde yaşayabilmektir.
Hayat, bizlere attığı her tokatta, bu birlikteliği edinmemiz gerektiğini buyurur. Yediğimiz tokatların şiddetini de, bizim bu durumu ne kadar kavrayabildiğimize ve uygulayabildiğimize göre ayarlar. Bizlerden, birbirimizin sorumluluğunu karşılıksız olarak yüklenmemizi ister ve bu dünyada gördüğümüz, tecrübe ettiğimiz her şey de aslında bu koşulun gerçekleşmesi için vardır...