Yardım Eline Karşılık Verdim
Gecenin kılcal damarlı rahmini yırtarken sen,
gülmüştün yüzüme.
Güzeldin,
kızarmış yanakların
ve ufak, körpe dişlerin.
Göz kapaklarında ter birikmişti,
aşağı doğru süzülüyorlardı.
Gülüyordun, duraksamadan gülüyordun.
Parça parça kan öbeği
ve parlak yılan derileri vardı yerde,
attığım her adımda ayaklarıma dolanan.
Yüzler vardı duvarlarda,
ekşimiş, korkunç insan yüzleri.
Ve pençelerin vardı,
keskin, bilenmiş pençelerin.
Kendi tenini kokluyordun sürekli.
Küçüktün, git gide küçülüyordun.
Doğumun sancılıydı,
çıplak gözlerimle izledim.
“Ölümden beter olmalı” diye düşündüm
kişisel gerçekliğine en yakından tanıklık edince.
Durdum ve kendim için dua ettim.
Zeminde beliren çatlaklara basmamaya ant içmiştim,
beni en dibe çekmesinler diye.
Tam o esnada,
yani seneler sonra,
çakılı kaldığım yerde her şey noksandı.
Dağınık hissediyordum ve sönmüş.
"Kendine dürüstçe sahtekâr diyemeyenin,
cehaletinden korkmalı" diye düşündüm.
Her şey çok gerçekti.
Gerçek ise olması gerektiği gibidir.
Bir ya da iki gün önce
Leonard Cohen'i anlamıştım.
Onu dinlerken
“Depreşen insan, olduğu yerde sabitlenir” demişti bana,
sakince ve tane tane
ya da aklımda böyle kaldı.
Haklıydı ihtiyar.
Daha önce sözlerine kulak asmadığım insanları
artık dinler olmuştum.
Herkesin bahsedecek şeyleri vardır
artık anladım.
artık anladım.
Kelimeleri hareket ettiren,
her birine daha en başında bağlanmış amaçlarıymış.
Sonra hep aylaklık ettiğimi düşündüm,
yarını hiç düşünmemiştim
ve insanların hatıralara dönüşeceğini.
Bilinmeyeni aramaktan
gözlerim odaklanmayı unutmuş,
sonradan fark ettim.
Ve çivi, çiviyi sökermiş,
sırrını kulağıma fısıldadı
havada süzülerek kendi etrafında dönen boşluk.
Ben de ona karşılık verdim,
“Kuvvetle sabitlenen her şey,
aşınana kadar yerini bulduğunu sanır.”
Düz yürüdüğünü sanarken sen,
ayakların tersine dönmüş,
adımların sana hükmediyor,
Nereye gitsen aksindesin.
Burası yanılgılar ve yanılsamalar alemi.
Putlarından bir pusula yap kendine,
sonra da yık hepsini.
Kendime emrettim!
Boğazımda koyu bir balgam vardı,
her yutkunuşta tadını aldığım.
Sakince giderken her şey,
aniden notunu verdim
kanadı kırık kaçıncı serçenin?
“Birinci” demek geçti içimden
fakat diyemedim.
Kendi içimde bile
kelimeler bana yabancıydı artık.
Bilmediğim bir dil vardı kafamın içinde.
Sonra küçük bir sürpriz yaptım ona,
üzerinde pek düşünmeden
ve planlamadan.
Dediğim gibi küçüktü o da,
büyük görmeye meyillendim onu.
Kavruk tenini,
milimetrik hesaplı çıplaklıklarla
yer yer dekore etmişti.
Her şey küçüktü ve güzeldi.
Büyüklük, bir israf gibi hissettirdi.
Dağlar yeryüzünde boşuna yer kaplıyordu şimdi.
Gözlerinin içi güldü
ve toparlanmaya yeltendi aniden.
İçi boş sorularla acımadan taradım onu.
Delik deşik oldu.
Anladım tam o anda
her şeye karşı içinde birikmiş olan korkuyu.
Naifti ve de bir düğüm gibi dolanmış.
Sarsıntılara hazırdı ve talep etmeye aç.
Paniğin gözlerine baktım ve sırıtarak elini sıktım.
Kuru bir ağacın dalları gibi kıvrılmıştı şimdi harfler.
Bu dil nece?
Birden bedeni karardı,
üzerine bir gölge düştü durduk yere.
Yükselip alçalan, dengesiz bir cüsseyle duruyordu artık
tam karşımda ve kendinden emin.
“Kurcalama” dedim kendi kendime onu,
“Çünkü bozulmayı hak etmiyor.”
Sinsi şeytan,
ara sıra nabız yokluyordu nasılsa.
Ateş önce dile düşer.
Kimseyi yarım bırakmamalı.
Neyse ki nasır tutan şeyler, sertleşir.
Sonra istediği gibi oynadım.
Ilımıştı gözleri.
Dudakları gergin değildi artık.
Köpek sesleri duydum dışarıda.
Öylece duramıyordum.
Eskisi kadar da korkmuyordum artık onlardan.
Sokak köpekleri!
Niyetim temizdi aslında,
Zayıf çırpınışlarda heyecan arıyordum,
taştan kalbimi teğet geçsinler diye.
Bencildim.
O ise basit.
Dün
ya da bir sabahın körü,
dik bir yamacı tırmandık.
Arkalarda bir yerdeydi o,
ben ise yine misafir sayılırdım.
Aşinaydım bu işe ve çok yabancı.
Hakimiyetten uzakta durmak lanetimdi.
Demem o ki
ona tanıdık biriydim, olabilirdim.
Bir arkadaştım,
senaryoyu bozacağım ana kadar.
Bencildim.
Sahi, bana ne zaman "abi" denmeye başlandı?
Ensemde gözler vardı.
Gözlerin ucuyla süzdüm onu.
Kanatlarımı tıraşladım.
Göğsüme vurdum, tam üç kere.
Sonra dönüp yüzüne baktım.
Donuktu, düşüncelerinin arasında.
Kaybolmuştu tutukluğunda.
Tepki vermekten acizdi.
Yorgundu ve sustu.
Ya da ben böyle gördüm onu.
Ve içimden geçirdim,
“Merak etme, unutulan şeyler, bulunabilmek için kaybolur.”
Sabaha karşı karnını doyurdu.
İştahla yiyordu.
Bu kez,
belki de ilk kez,
git-gellerimi iyi gizledim.
Yaralamaktan korktuğumdan,
masumu gümüş kaşıkla besledim.
Biraz düşündüm de,
bu ilk değil...
Sona dair konuşmak ise
sadece kuru bir ağzın işidir.
Gökyüzü bir anda lafı şimşekleriyle çaktı:
“Akrepler,
ezilene kadar ölüm dansına devam eder.
Ve zehirli olan bayat balıklardır,
dışarıda bekletilen.
Koçun inadı kırılmaz olsa da
gergin yay, hedefi iyi görebilmeli
ve her kova cüssesi kadarını biriktirebilir.”
Gökyüzü de ileri geri konuşmaya başlamıştı.
İyice yokladım,
Batıl inanç için ceplerimde yer kalmamıştı.
Her şeyin benimle alıp veremediğini
bir türlü anlayamadım.
Kavgam.
Duş almak istedim ve oradan hızlı adımlarla uzaklaşmak.
Bir sigara yaktım ve uzandım.
Sonuçta insan sabitken de kaçabilir.
Ve işte tüm dünyayı ateşe verdim,
basit bir kahkahayı yeniden tadabilmek uğruna.
Bir metafora bel bağladım.
Anahtar yoksa dedim kendime,
gardiyan kapıda durur,
sahibi ise onun hemen ardında.
Çünkü bir şeye sahip olan,
korkuyu da sahip olduğu şey ile beraber çağırır.
Kaybetme korkusu...
Kemirgenler ve sülükler.
Vampirler artık diyet yapmalı.
"C'est horrifique!"
Sonuçta bu bir ev meselesi.
Ev sahibi ve kiracı.
Yargıç, jüri ve de cellat.
Evler, geometrik küplerdir,
dört duvarı olan.
Aklımdan sırasıyla bunlar geçti.
Dört duvar, eski dostum.
Çürük yumurta ve tüm burunlara birer mandal.
Pis kan benden taraf değildi bu kez.
Daha önce içinde yüzmeyi göze almıştım.
Gerçek şu ki onun için her şeyi göze almaya hazırdım.
Uzun balkondaki yırtık pırtık kanepenin üzerindeydik.
Gece yarısı,
dudaklarımızda ucuz şarap tadı vardı.
Kancaya benzeyen hiçbir burun bu kadar güzel değildi,
olmayacaktı da.
Sonra şeftali yüzünü gözümün önüne getirmeye çalıştım,
bir hayalet gibiydi ya da dumansız ateşten silüet.
Korkmuştum, canım yandı.
Bizi saran hava, o yarıktan içeri doğru akıyordu şimdi.
Hızla sallandım ve günümüze geldim.
Zamanda yolculuk etmek diyorum, çocuk oyuncağı.
Sonra basit bir hesap yaptım,
İki günüm vardı ve bir gecem.
Sonra bildiğimi okumaya devam edecektim.
Emanete, emaneten veda etmek.
Her şeyi romantize ediyordum.
İnsanlardan bir şeyler çıkartmak için
sahip olmadıkları nitelikler yüklüyordum.
Bileğim burkulsa dünya üzerime çullanıyordu sanki.
Bir anda her şeye karşı inancımı yitirdim,
lanetli topraklara yağmur yağmıyordu artık.
Her şey olduğu gibiydi
ve her şey güzeldi.
Başını sıvazlamaya alışmıştım,
tüm çocuklarım zemini öpene kadar.
Nefes almak bana yetmezdi,
Zihnim pes edene kadar.
Uyku, hiç yoktan iyidir,
zamanın ağırlığında kaybolana kadar.
Yaşlı insanlara zamanla kaba davranır oldum,
vicdanım bana sert bir tokat atana kadar.
Çürüme yavaştır,
savaşmayı bırakana kadar.
En iyisini hep ben bilirdim,
Kendi kendimi iki elimle boğana kadar.
Ve eller gasp ediyor sayılmaz,
yanlış cepten kâr edene kadar.
Tüm hırsızlar geceleri çalışır
ve çocuklar asla pes etmez.
Bir arkadaşımı ziyaret etmiştim o gece.
Onun gibi oldum, istemeden.
Kendini görünce kaçtı benden.
İyi çocuktu.
İki bira içip ayrıldım yanından.
Sonra batıya doğru ulağımı saldım.
Doğum günüymüş bugün.
O da geçmişin elementlerinden.
Tatlı sözcükler fısıldayınca bana feleğim şaştı.
Yine anladım,
uzakta kalmıştım
yaşayan cesetleri, yalayarak tatmaktan.
Artık zayıf bir vücut istemiyordum,
çabuk yoruluyor ve çabuk sarhoş oluyordum.
20'li yaşlar böyle bitiyormuş demek.
1994 berbat bir yılmış,
öyle dedi kulağımdaki arsız ve toy bilge.
“Halinden utanmalısın” dedim ona kendi kendime.
Dört ya da beş fincan kahve içmiştim tüm gün.
Dünya yarılsın ve yara alsın istedim
ve ona öleceğini bildiğim halde tampon yapmak.
İşte o zaman kahkahamı hak ederdim
ta ki her nefeste onu harcayana kadar.
Alın teri ve yazgısı, üvey kardeşler...
İşte bak, sırıtıyor yine sümsük şair.
Köşebaşında, bir sokak lambasına yaslanmış.
Sigarasının dumanı havaya karışıyor.
Oldum olası sevmezdim şiiri.
Sonra hep olduğum yere gittim,
hiç doğal değildi,
öyle hissettirmedi.
Yani olduğum yeri de bulamadım,
tıpkı O'nu bulamadığım gibi.
"Arayan bulur" diyorlar,
arıyorum.
Bir anda en içime balıklama daldım,
komplikasyonlar krallığı,
çöplükten bir dukalık.
Vaat edilmiş topraklar.
Burada kanlı baronun hükmü geçer.
Hak verdim O'na,
sonra da çok kızdım...
Üzgündüm ve yılgın.
Çocuklar azarla mı büyütülmeli?
Düşünce diyarında her şey bedava ve her şey grotesk.
Sorumluluk üstlenmeli.
Çocuklar kuvvetli büyümeli.
Sonra da altyazı geçti hayatımdan:
“Tekrar deneyiniz.”
İşte dehşete kapılmak için büyük bir neden.
Yine, yeniden, başa sarma vakti.
Kendine dürüstçe sahtekâr diyemeyenin
cehaletinden korkmalı...