Çarpıcı Gerçekler

İnsanın içselliği, daima hareket etmeye mahkumdur. Bu nedenle hisler, doğurgandır, yeni hislere gebedir. Onlar her birimizin içinde tıpkı bir annenin rahmi gibi yavaş yavaş kasılır, genişler, manevralarını tekrar eder ve doğru vakit gelince de doğurur. Her bir his, potansiyel taşıyıcıdır.

Bizler, gündelik yaşantılarımızda, bu dünyaya ait olan ve onun kanunları ile sabitlenmiş her bir aksiyonu, tekrar ve taklit ederiz. Hayat, bir amaç uğruna üzerimizde işler. Doğa, durmaksızın çeşitli ve görkemli eylemler sergiler. O nedenle herhangi bir amaca tutunmadan, kendimizi herhangi bir şeye adamadan büyümek -ya da gelişmek- geçirdiğimiz her saniyede, hür irademiz ile ölüme biraz daha yaklaşmayı tercih etmek demektir.

Reflekslerimiz, bizi kolayca yapabileceğimiz bazı hatalardan, mucizevi biçimde kurtarır. Elin hızla hareket ettirilip, düşen bir nesneyi daha yere değmeden kavrayabilmesinden söz etmiyorum; içsel mekanizmamıza ait, kontrol sahibi olmadığımız sezgilerden söz ediyorum. Bir histen, başka bir hisse anlık olarak geçiş ve bu işlemin otomatik olarak gerçekleşmesi gibi. Bu sahte otomasyon, kişi tarafından incelenebilir ve böylece de bir noktada otomatik olmaktan çıkar. Çünkü insan bir şeyi inceleyebiliyorsa, o şey üzerinde düşünebilme gücüne de sahiptir.

Düşünceler, bize sınırsız ve sürekli bir seyahat imkanı sunan görünmez kuvvetler ya da araçlardır ve her biri, kendinden öncekine itaat etmeyi ve tek sıra halinde hareket etmeyi doğası gereği bilir. Ancak hayat, bize bu düşünsel düzeni bozma gerekliliğini aşılar. Bizden bir asi yaratır ve ona karşı ayaklanmamızı ister. Hayata karşı insan. Bu nedenle düşünceler üzerinde herhangi bir hükmümüz yoktur. Onlar kendi kendilerini çağrıştırır ve biz de onlara sahip olduğumuz yalanına kapılırız. Düşünce diyarının bizden gizlenmiş bir çalışma disiplini vardır. İşin özünde tüm düşünceler, arzularımızın birer ürünüdür ve bizler de arzularımızın toplamıyızdır.

Hiçbir şekilde ve hiçbir zaman, bir mülk olarak üstlenemeyeceğimiz şeylere dair özlem duyma şansımız yoktur. Çünkü tanışmadığımız ya da bilmediğimiz bir şeyi içselleştiremeyiz.

İnsan için her şey, bireysel gelişimi için bir araca dönüşebilir. Aşinalık kazandığımız şeyler, bizleri bir yerden başka bir yere taşır. Eskiden olduğumuz yerde değilizdir artık ve yeni yerimizi beğenmesek dahi, alışabilmek uğruna orayı yadırgamayız. Orada buluveririz bir anda kendimizi, sanki hep oradaymışız gibi. Alışmadan ayrılırız sonra oradan. Hareket halindeyken saptarız gördüğümüz dünyayı, sonra da ona ayak uydururuz; bilmeden ya da istemeden. Artık biz de harekete tabiyizdir ve artık her şey flu ve her şey belli belirsizdir.

Rüzgar taşıyabildiği ağırlığı savurur, yağmur ise ayırt etmeden yıkar ve arındırır. İnsan, hep bir seçim hakkı olduğuna inanır ve ölene kadar da bunu savunur; hatta bunun için ölür. Bir şeyleri seçtiğini sanar, sonra da sandıklarına teker teker şekil verir. Kumdan kale yapan bir çocuk gibi. Halbuki gölgelere dokunmak ya da onları giydirmek imkansızdır. Kabuğu olmayan şey ise soyulamaz. Savunmasız olan şeye ekleyemeyiz ya da onu, yine ondan çıkartamayız.

Hayatın bizim için hazırladığı tuzaklara basınca çığlıklarımız başkalarının kulaklarına tırmanır ve onların yardımını çağırır. Sabitlendiğimiz yerde, bizi kurtaracak insanları bekleriz. O anda bulutlar, ışıklar saçarak yarılmalıdır ve bir el bizi ensemizden yakalamalı, yükseltmelidir. Burada başkasından medet ummak yeni misyonumuz olur ve tüm hamlelerimizi, bu pozisyona uygun hesaplamalar ile yaparız. Artık her şey kaçabilmek ve kurtulabilmek içindir.

Birilerine zamanla aşina olmak, yabancılığın bazen gerekli mesafesini gelişigüzel biçimde kısaltmaktır. Halbuki mesafeler ya kat edilir ya da kabul. İnsanı, insana bağlayan nedir ve ne kadardır bilmesek de, kaçacak bir yerimizin olmadığını kabullenmek gerek. İnsan, insandan kaçamaz. O nedenle birbirimize göbekten bağlı olduğumuzu hiçbir zaman unutmamak, sağlıklı bir yaklaşımdır.

Birini ya da bir şeyi, istediğimiz zaman, istediğimiz yerde ve istediğimiz formda var edebiliriz. Çünkü dünya, iki farklı yerden gözümüze ilişir: içeriden ve dışarıdan. Yani yalan ile gerçek, daima iç içe ve el ele yürür. Tıpkı ölüm ve yaşam gibi. Hayal gücünün gerçekten de sınırları yoktur.

Her birimizin, bir başkasının gözündeki imajı tek boyutludur. Bir insanı, bize en uygun gelen yerinden yakalar, kavrar ve öylece tanımlarız.

Bilmeye ve öğrenmeye vurulan keskin bir balta darbesi, gerçek diyebileceğimiz şeyleri tam ortadan ikiye yardı. Artık bir şeyleri birleştirmek ya da birbirine bağlamak pek mümkün değil. Ve birleştirmek değil, birleşmek bizi kurtaracak. Hayattan beslenmek isteyen kişi, ısırmadan emmeyi ve bunun için de çabalamayı öğrenmeli.