Mea Maxima Culpa

Hadsizlik ile 
yalandan birkaç cümle.
Ona dedim ki:
"Bana yardım et,
mutlu et beni
ki mutlu edebileyim beni çevreleyenleri.
Dağıtacağım şan ve şöhretini,
beni bilen, bilecek seni
ve gerçek sarmalayacak herkesi".

"Benim sayemde olacak hepsi
ancak
hemfikir değilim kendimle
ve başkalarıyla
ve dünyayla.
Kısacası seninle.
En azından bugün için,
yarın her şey değişir
ve yine sayarım, severim seni.
Gerçek şu ki bugün neyse, her şey o kadar.
Yani biliyorsun işte, aramız limoni..."

"İnanmıyorum da artık hiçbir şeye.
Neden inanayım ki?
Çocuk muyum ben?
Bir türlü büyüyemedim mi?
Kurulu bir düzen varmış göremediğim,
kazıyarak gözler önüne sereceğim.
Bir amaç uğruna çaba sarf etmek ne zormuş,
Amacı önemli kılamadığın anlarda."

"Kaçamak işler hepsi,
palavralardan örülü bir duvar var,
sürekli tosladığım fakat asla geçemediğim.
Cüssemin, görünenin iki katı olduğunu öğrendim.
Bir kişide iki kişi nasıl yaşayabilir ki?"

"Güvenmiyorum yaşadıklarıma,
Uzlaşmak çok güç her şeyle.
Seni de istemiyorum, gücünü de!
Korkutuyor her şey, herkesi.
Kendime yalan söylemedim, söyleyemem de..."

Kendime yalan söylüyorum.
Çürümenin kıvrımları yüzüme oturdu,
aynalara ve yansımalara artık alerjim var,
Gerçeği bizden saklıyor hepsi.
Drama ve romantizm yine aynı sofrada.
Parmaklarını yalıyor herkes.
Tabakta bir porsiyon ıstırap var.
Kendimi eğlendiriyorum, bilenmiş kelimelerimle.
Kim? Kime? Nasıl? Niye?

“Düşüncelerin akıp gitmesi,
endişelendirmiyor artık beni”
der demez hemen harekete geçtim.
Kaybolmasınlar diye
karaladım hızla hatırladıklarımı.
Beş saniyede, birbirine zıt on manevra yaptım.
Kendimi tarttım.
Neden bu endişeyi üstlendiğimi tarttım sonra,
bir başkası görsün diyeydi galiba.
görülmek istiyordum
ve sevilmek
ve sevmek.

Hisler aleminde ticari bir pazarlık.
Alan memnun, satan memnun.
Hesap defteri kabarık ancak içi boş.
Kalem çoktan kırılmış.
Üç kağıtçının teki olduğumu biliyordum.
Küçük bir çocuktum öğrendiğimde
galiba uygularken fark etmiştim,
bir arkadaşım da yüzüme haykırmıştı.
İnanmıştım galiba ona,
üzülmüştüm.
Çocukken şekil alır çoğu şey,
büyüyünce de unutulur.
Kendi içinde tutarlı olmalı her şey.

Yalnızdım hep,
yalnızım.
O ya da bu olmaktan
yani bir şey olamamaktan sıkıldım.
"Kutsallığı bahşet bana" diyorum içimden,
boşlukta birleşiyor cümleler,
çamurda pişiyorlar,
her şey gökyüzünde boşuna yer kaplıyor şimdi.
Hep söylerim yerçekimi nazlı bir düşmandır.
Galiba bunu da bir yerde okumuştum.

Bilinmezlikten pay koparmayı istemek ne komik.
Biliyorum,
payıma düşeni aldım
ve biliyorum
gülmek paylaşınca doğru,
gülünce her şey güzel.
Uzun lafın kısası,
kendi payımı bekliyorum,
bilmediğim ama üzerinde hep hesap yaptığım.
Ağzım sulanıyor,
ellerimi ovuşturuyorum.
Beklerken kök saldım.
Dediğim gibi, gülesim geliyor bu işe.

İşkence etmeyi iyi bilirdim,
kendime ya da bir başkasına.
Belki de kimse, hiçbir şeyi fark etmiyor.
Belki ben de fark edilmiyorum.
Acıyorum bize,
gerçek ile yalanı karıştırır oldum.
Kendine acımak çok acınası.
"Ben", "ben" diye sayıklamak,
büyük acizlik belirtisi.

Esnek, titrek, hassas ve kaygan her şey.
Kuş tüyü yastıkta lobotomi,
tabut çivilerinden bir tasma,
soluk borumu tıkayan şeyler var.
Bir kukla,
kesik hamleler ile dans ediyor.
Tüm iskeletler kendi mezar taşlarına tünemiş.
Renkli çiçeklerden şimdi kan damlıyor.
Artık her his ya konveks ya da konkav.

Herkes, doğru örnek olup dikiliyor karşıma.
Yerleştiriyorum hepsini teker teker
ait oldukları yerlere.
Her biri, birer başarı abidesi.
Kıskanıyorum onları
ve hiç umursamıyorum da.
İnsan gibi yaşamak ne zormuş!
Her şeyden nefret etmek
ve bunun için de kendinden.
Doğduğumuz dünyaya ne kadar da yabancıyız.

Ara sıra laf lafı açıyor,
“bak” diyorum,
“şuna şu, buna ise bu oldu” kendi kendime.
“Bundan bu, şundan da şu...”
Gerçek şu ki ben kendim olmak istiyorum
ve anlaşılan o ki
bu kavganın sonu yok.
Sonu olmayan şeyleri,
sonu olan biri nasıl kestirebilir ki?
Belirsizlik,
her daim en doğru sonuca gebe.