Gergin Yaylılar Orkestrası

(O, pek çok kişide gizlidir, değişkendir. Pek çok kişi, pek çok kez "O" olmuştur. "O" yücedir, bir sıfattır; birden fazla kişide gizlenir. "O" biri değildir, gıpta ve özen ile yaklaştığım ve aşık olduğum bir kuvvettir. 30 senelik hayatımda, ara sıra yüzünü gösteren bir misafirdir "O".)

Hayır, onunla sınırlı değil. Hiçbir şey onunla sınırlı değil. Kendini kandırıyorsun. İçten içe kendini kandırdığını biliyorsun ve bu tahrip edici oyunundan keyif alıyorsun.

Silik ve renkli anılara tutunup, onları sömürmek için, onlarla kişisel tuvalini boyamak için, doğru bildiklerini bir bir parçalarına ayırıyorsun. Her küçük şeyin, her birimize hizmet etmek için oluşturulmuş bütüncül sistematiği sana bir anda ifşa oluveriyor. Artık debelenmenin bir manası yok, çünkü ne yaptığını gerçekten bilmiyorsun...

Her şey, onun çok daha üzerinde. O, sadece senin kişisel yolculuğunda kaygan bir basamaktı; bir zamanlar üstüne basmaya her yeltendiğinde tökezlediğin ve de düştüğün. O basamağı çoktan çıktın, öyleyse ardına bakmanın ne alemi var?

İlerliyorsun. Bacakların, hiç durmadan bedenini ileri taşıyor. Git gide artan ağırlığına boyun eğiyorlar. Zihnin, uyandığın her gün daha da zenginleşiyor. Kabul et. Hayatındaki her şey, bu burukluğun çok daha üzerinde. Her şey çok daha ilahi, çok daha gerçek ve çok daha sahte. Şimdi duramaz ve yok yere geri dönemezsin. Bunu yapmamalısın, yapamazsın...

Onu anımsıyorsun. Onunla geçirdiğin zamanı. Etrafındaki her şey, damarlarında dolaşan kanı akıtmak için hevesle bileniyor bir anda. Kendini savunmasız ve aşina olduğun bu kısıtlı yerde bulduğun her tekrarda hislerin bir olup, seni ele geçiriyor. Dar alanda yapılan manevralar... Bir şeyi gasp etmek diye işte buna denir!

Düşüncelerin hızlanıyor. Artık hepsi birbirinden bağımsız ve hepsi başına buyruk. Sadece tek bir amaca odaklı hepsi: Ona. Kuduz düşünceler, zihnine saldırıyor. Gözlerinin gördüğü, kulaklarının duyduğu her detaya sıkı sıkı tutunuyor ve yapışıyorlar. Seni bir oraya, bir buraya doğru çekiştirip duruyorlar. Korumaya çalıştığın formun yavaşça şeklini yitiyor. Bu senin, kontrol edemediğin sana karşı geliştirdiğin bir savunma mekanizması olmalı.

Sonra mantığın, senin üzerindeki hükmünü yitirmeye başlıyor. Kontrolü nitekim ona bırakıyorsun. O, şimdi sana hükmediyor. İçsel karmaşan, bireysel kaosun. Onu istiyor, onu arzuluyorsun. Bir kere daha birlikte olmak için neler vermezdin?

Sana gerçeği söyleyeyim: canın sıkılınca hep bu dramaya başvurdun, ancak bu kez yalnızsın. Aslında uzun zamandır yalnızsın. İşin doğrusu, hep yalnızdın.

Sonra tatlı ve sıcak yalanına göz göre göre gömülmeye başlıyorsun. Orada kendini güvende hissediyorsun; tek parça olarak çıkabilme ihtimalinin zayıf olduğunu bilsen bile. Kapana kısılmış bir fare gibi, ciyaklasan da artık her şey otomatik. İçindeki boşluğu ölümün ve de çürümenin karşı konulamaz hafifliği doldurmaya başlıyor. Bir türlü büyüyememiş aşığın artık sahnede.

"Ama başarmıştım" diye düşünüyorsun, "yine başarabilirim". Hayır, o gitti. O gitti, geri dönmedi ve dönmeyecek. Bunun başarı ya da yenilgi ile ilgisi yok. O artık yok.

Gerçek şu ki hiçbir şey için, hiçbir zaman bir mülkiyet hakkın olmadı, olmayacak da. Başarı, istikrar, sabır ve azim gerektirir; yani eksikliğini duyduğun bir takım şeyleri. Bu niteliklere sahip olmadan ne yapabilirsin ki?

"Bir kalbim var mı? Varsa neden böyle hissettiriyor? Neden bu kadar acı çekiyorum?" gibi zorlama sorular ile biriktirdiğin gücünü yok yere harcıyorsun. Drama sende eğreti duruyor kardeşim bunu bil. Şu an, hayatını detaylıca değerlendirmek için doğru zaman değil. Bu işe balıklama dalmanın alemi yok.

Yüzünde memnuniyetsiz bir ifade var şimdi. Ekşi herif seni. İtiraf vakti geldiyse sana söyleyeyim: aslında o seni kırmadı, sen zaten çatlaktın. O, belki de seni bir arada tutma işinden soyluca ve haklı olarak istifa etti. Biliyorsun, herkesten tutkal olamaz. Yani gerçek şu ki ortada bir suç varsa da suçlu yok. Herkes kırık, herkes eksik ve herkes noksan.

İşte bu! Bu yaşadığın ıstırap onun değil, bu sizin ortak eseriniz! İçten içe bunun böyle olduğunu biliyorsun, hep biliyordun. Bu sizin istenmeyen çocuğunuz! Onunla ortaklaşa bir şey üretmiş olmak hoşuna gidiyor; bu ürün acıdan ibaret olsa bile. Olanı kabulleniyorsun ancak yine de acı çekiyorsun. Artık böyle bir hayvan olmak istemiyorsun.

Ah kardeşim, beni bir idam mangasının önüne dizmeliydin. İradeni, beni... İçsel hükümdarlığını... Seni ne çok kez yarı yolda bıraktım.

Ve şimdi, kendini bulduğun yerde kuracağın cümlelerin bir anlamı yok artık. Hiçbir sözcük sana bir şey çağrıştırmıyor. Onların içinde yaşıyor, aralarındaki boşlukta süzülüyorsun. Hiçbiri birbirine bağlanmıyor. Başına buyruk harfler suratına çarpıyor, saçlarını yalıyorlar. Ancak hiçbirini birbiri ile bağdaştıramıyor, bütünleşemiyorsun. Kendini buradan kurtaramayacaksın.

Dinle.

Sevgi. Hem hayatın, hem de ölümün başlangıcı. Başka bir şey doğuramaz ya da katledemez insanı. Sevgiden arda kalan her şey teferruattır. İnsan, hayatta sevgiden başka bir şeylerin sorumlu tutulabileceğine inanır ya da inandırılır. Hayatta sevgiden başka hiçbir şey yoktur. Sevgi, çeşit çeşit, eğri büğrü yüzlere aşıktır ve sevgi, kalbe gömülüdür.

Anılar, insanı aldatmaya meyilli bir fahişe ya da hareketli bir soytarı gibidir. Midelerinde çarpıtılmış görseller, insanın damağında tatlı-acı bir tat bırakan hisler ve sahte, ıslak ancak özenle geliştirilmiş senaryolar barındırır. Seni köşeye sıkıştırmak için bir açık vermeni kollar dururlar. Onların herkese dair bir kozları vardır. Sürpriz yapmayı sever ve seni umulmadık anda yerle bir ederler.

Gerçek, şu an yaşadığındır, bu kadardır ve gerçeğe yapışmak insanın gerçeğidir. O nedenle tutun ona ve bırakma. Parmakların sana bunun için verildi, sana sunulanı kavramak için. Öyleyse kavra onu. Onu kavramalısın!

Sen Dünya'nın ruhunun bir parçasısın. Üstüne bastığın yerkürenin bilinci, rüzgarın serin esintisisin. Seni gördüm! Seni gördüm. Seni onunla gördüm. Seni onsuz da gördüm. Seni onu öperken gördüm. Seni birçok yerde gördüm...

Seni cılız bir ağacın dibinde otururken gördüm. Bir yolda, başın öne eğik yürürken, bir yerde oturmuş havalı bir şekilde sigaranı ateşlerken, içkini ardı ardına yudumlarken ve poz keserken gördüm. Seni, sessizce denizi seyrederken gördüm. Bana bak, çocukluğunun kokusunu anımsıyor musun? Erik ağaçlarını? Orada ben vardım. Ben oradaydım ve sana hatırlattım.

Teninin kokusunu, burun deliklerimde hissettim. Ensemdeki tüylerin kabarışında hissettim seni. Yutkunduğumda genzimdeydin ve acıydın, güldüğümde ise yüzümde. Kollarını basit bir amaç uğruna savurduğunda etrafını saran hava bendim. Bedenin, gündelik yozlaşmana ihanet ediyordu. Sana tanıklık ettim. Kendi bedenin seni reddediyordu. Seni gördüm!

Biliyorsun, bu dünyada tesadüf ya da şans eseri diye bir şey yoktur. Her şey, görevini o kadar kusursuz ve mükemmel gerçekleştirir ki insan mantığı bunu gözlemleyemez. Bu durumu kavrayamaz, kaldıramaz, inceleyemez ve karşısında bahaneler arar ya da üretir. Hayatta her şey en ince detayına kadar planlı, hesaplı ve olması gerektiği gibidir.

Peki ya sen? Sen bu planın neresindesin? Artık zincirlerini kır ve kendi mezarına tükür. Sen evcil değilsin, olamazsın.

Bak, tüm yıldızlar mutlak bir sessizliğin merkezinden parıldar. Bunu hiç fark etmiş miydin? Işık, karanlıktan doğar. İkisi birbirine aşıktır. Peki sessizliği, can kulağıyla dinlemeyi hiç denedin mi? Ona inanırsan seninle sırlarını paylaşabilir. Şunu bil, sen küçülürsen, gölgen de küçülür.

Bak, Güneş batıyor. Güneş, okyanusta batıyor ama onu kaynatmıyor. Her şey dingin ve her şey organize hareket ediyor. Sadece sen...

Sadece sen hiçliği arzuluyorsun. Ancak hiçliğin gözlerinin içine ne kadar uzun süre bakarsan, o da sana o denli acımaya başlar. Bu riski göze almışsın. Dişlerin kenetleniyor, yumruklarını sıkıyorsun. Avcundan kan damlıyor. Nefes alıp verişin hızlanıyor. Göğsün hızla inip, çıkıyor.

Seni uyarıyorum. Hiçlik seni yakalar. Seni yakalar ve sonra kalınlaşmış derinin altına doğru yavaş hamleler ile kıvrılır, seni ele geçirmeyi hedefleyerek. Gerçek şu ki sen, onun için içi boş bir objesin. O, seni giyinmek ve senin içinde dirilmek istiyor. Sen, onun kötü emelleri doğrultusunda başkalarına açılan bir kapıdan başka bir şey değilsin. Harcanabilir bir fırsat. Ve o, herkese bulaşmak istiyor. Herkese nüfuz edip, dünyayı ele geçirmek istiyor.

Seni tasmayla dolaştırılan bir köpek gibi yönlendirmek için, bir eldivenin içerisindeki el gibi senin içinde kıpırdanmak için can atıyor. Ağzı sulanıyor, şekilsiz dudaklarının kenarlarından kahverengi köpükler süzülüyor. Dimdik durmuş sana bakıyor şimdi, iri gözlerinden birer damla yaş süzülüyor. Karnı çok aç ve işte bak sana nasıl da acıyor.

Burada hiçbir şey yok. Yalnızca sıcak, ilkel bir karanlık. Tüm varlığın bu karanlığın içerisinde mayalanıyor. Kütlen, öğütülmeye hazır bir arpa tanesinden daha büyük değil. Onunla bütünleşiyorsun. Artık hiçbir şey için, hiçbir şey yapmak zorunda değilsin. Artık hiçbir şey için, hiçbir şey yapmak zorunda değilsin...

Buradan çıkabilirsin. Yürümeye niyetlendiğin bu yol, hep uzun ve hep çetrefilli, bunu biliyorsun. Sadece bu noktaya kadar gelmeyi becerdiğini ve artık geçmişine ait her şeyden bir adım daha uzakta olduğunu unutma.

Hadi bu işi bitirelim. Ben her zaman senin tarafındayım. Kaçacak bir yer yok. Ben her zaman seninle olacağım...