Rüya İçinde Rüya
Diyelim ki rüya görüyorsunuz. Rüyanızda, uzaktan bir polis arabasının siren sesleri duyuluyor. Uzaklarda bir yerde, araba beliriyor ve bir anda sizi kovalamaya başlıyor. Tabanlara kuvvet, kaçmaya koyuluyor, oradan giriyor, buradan çıkıyorsunuz. Kısacası rüyanızda nefes kesen bir serüven yaşıyorsunuz. Başınıza türlü türlü fantastik şey geliyor ve hepsi de çok gerçek hissettiriyor.
Yani gördüğünüz rüyanın içeriğinde, gerçekliğine etki eden, üç adet ikna edici unsur var:
1) kurgulanmış bir senaryo,
2) üç boyutlu bir mekan algısı,
3) işleyen bir zaman konsepti.
Tıpkı, beş duyumuz aracılığıyla tecrübe ediyor olduğumuz bu dünyada olduğu gibi, rüyanızda da bu beş duyunun hükmü altında hareket ediyorsunuz.
Sonra bir anda uykunuzdan kan ter içerisinde, nefes nefese kalmış bir halde uyanıyorsunuz. Ve bir de bakıyorsunuz ki sizi rüyanızda kovalayan polis arabasının siren sesi, esasen o esnada çalan telefon alarmınızmış! Sizi, rüyanızda bir polis arabasının kovalama sebebiyse, uykuya dalarken açık unutmuş olduğunuz televizyonda gösterilen bir polisiye filmmiş! Yani günlük hayatınızda duyularınıza ilişen unsurlar kendi içinde tutarlı bir bütün oluşturmuş ve rüyanızda yaşadığınız bir senaryoya dönüşmüş.
Bu tecrübe için, sanıyorum ki hemen hemen hepimizin, farklı biçimlerde başına gelen ve geldiği zaman da yüzümüzde tebessüm bırakan bir fenomen diyebiliriz.
Şimdi bunca laf salatasından sonra, esas mevzumuza balıklama dalalım. Üzerinde yaşadığımız dünyanın bir "hayal alemi" olduğunu, her şeyi içimizde yaşadığımızı ve bu dünyada tecrübe ettiğimiz her bir durumun ve de tüm gerçekleştirdiğimiz tüm eylemlerin kökünün, aslında üst dünyalarda, bir üst güç tarafından oluşturulup, oradan yönetildiğini söyleyen bilgeler, bu durumu izah ederken esasen tam anlamıyla az evvel verdiğimiz örnekteki gibi bir yapıyı kast ediyormuş.
Bu konu, biraz komplike ya da yabancı gelebilir, o sebeple beraber, konuya odaklı sorular sorarak açmaya çalışalım.
Yaşantıyı ve onu oluşturan elemanları ele almaya çalışalım. Nasıl bir gerçekliğin içerisinde yaşıyoruz ve bu gerçekliği oluşturan şey nedir? Bizim, onun içerisindeki rolümüz ne? ‘Ben’ dediğim ve hissettiğim şey, gerçek mi? ‘Ben’ gerçeksem, benim dışımdakiler ile nasıl bir ilişki içerisindeyim? Hayatı neden ‘ben’ ve ‘benim dışımdakiler’ gibi bir algıyla değerlendiriyorum ve daha da önemlisi, benim dışımda ne var?
Hayattayız ve sürekli bir şeyler yaşıyoruz. Hayat bizleri taze tecrübeler ile sürekli besliyor. Ancak bu yaşadığımız şeyleri, nasıl yaşıyoruz? Neden yaşıyoruz? Hayat ile aramızda nasıl bir ilişki var? O, bizden ne talep ediyor ve biz ona nasıl karşılık veriyoruz? Tüm bu yaşadıklarımızın bir anlamı var mı ya da bir anlam arayışında olmalı mıyız?
Yaşarken gerçekliğini katiyyen sorgulayamadığımız bu hayat, belki de sandığımız kadar gerçek olmayabilir. Demek istediğim, bizi yöneten, yönlendiren ve geliştiren bir kuvvetin etkisi altında, nefes aldırmadan koşturtuluyor olabiliriz. Doğrusunu söylemek gerekirse, günümüz dünyasına şöyle bir bakınca, bu senaryo oldukça inandırıcı gibi duruyor…
Elbette, “Bu hayat gerçek değil! Evine git, mısır patlat, kanepeye uzan ve Matrix izle. O zaman dediklerim kafana oturacak.” falan dediğim yok. Hayat, insana okkalı bir tokat bastığı zaman ve kişi inim inim inlerken, gerçekliği sorgulayacak durumda olmuyor çünkü. Öyleyse ne mi demek istiyorum? Demeye çalıştığım şu, yaşadığımız hayata ve varlığımıza dair ne kadar düşünüyoruz? Eylemlerimizin sorumluluğunu ne kadar üstleniyoruz? Yaptıklarımızın, yapmadıklarımızın, hatta ve hatta düşündüklerimizin, ne gibi sonuçlar doğuracağını kaçımız göz önünde bulunduruyor? Hangimiz bir eylemde bulunmadan önce, o eyleme iyi bir niyet bağlıyor? Sayılı günlerimizi, kazanıyor muyuz yoksa avuçlarımızdan kayıp gidiyorlar mı? Hayatımız, ne yöne doğru gidiyor ve bizim bu gidişattaki rolümüz ne?
Zor sorular… Ancak hepsi de üzerinde düşünmeye değer.