Kayıtlar

Kasım, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İki Göz Bir Olunca

Şikayet etmeden önce yaşayabilmek ve yaşarken çeşitli hislerde bulabilmek kendimizi... Bize sunulan her şeyin karşılığını almanın, bazen de alamamanın, dayanılmaz hafifliğini hissetmek. Sebepsiz fakat oturaklı mimiklerin, suratta hakimiyet sağlamasına aracı olan tüm tecrübeler ve bu tecrübelerin damağımızda bıraktığı tat.... İnsan, bütünüyle bir  duygular donanımı dır diyebiliriz, değil mi? Duygularımız, bizim  esas hükümdarlarımız ...  Evet , bizlere haz veren her şey ender olmalı ki sadece güzele ulaşabilmenin yıldırıcı olduğunu kabullenenler ve bu gerçeğin farkındalığı uğruna çaba sarf etmeyi yeğleyenler  hazzı nitelikli kılabilsin. Evet, buna erişebilenler, bunu anlamlı kılabilenlerdir. Bu işleyişe bir anlam yükleyebilenler, onu aktarabilirler. Ve sonra merak ateşini var eden kıvılcım, insanoğlunun samandan balyasına sıçrayabilir. Nihayetinde insanlar, günden güne güzelliği yaşayabilmek adına yaşamın hüznünü sırtlanabilecek cesareti kendilerinde bulabilecek kadar...

Düşman ya da Dost

Bir gün daha, yerini yenisine bırakıp, ilk ve son vedasını etti; tıpkı bu görevi devralanın da görevini göz açıp kapayıncaya kadar başka bir güne devredeceği gibi. "Zaman" dediğimiz suni ve kontrol edilemez gücün kaosu ve bu kaosun sonsuz ve gerekli devinimi.

Ödevi Es Geçmenin Cezası

Git gide eriyen ve formunu yitiren insanlar, oluşturmak zorunda hissettikleri düşünsel ve özenli komplolarını, kurgulamak ile meşgul. Onlar, arzularını gerçekleştirmek adına çaba sarf etmek istemiyorlar. Okuduklarından, duyduklarından ya da öğrendiklerinden, kısacası çevreden aldıkları tüm verilerden bolca şikayet ediyor ve kendi doğrularını, başkalarının doğrularını hiçe sayarak en üste yerleştirmeye kalkışıyorlar. Egoistik bir tavır, perdenin ardında ellerini ovuşturuyor. Bu kişiler, kendilerine ait olmayan davranışları sergilemeyi severler. Başkalarını hiçe saymak, şu zamana dek dürüstlüğün ve samimiyetin ne olduğuna dair herhangi bir hassasiyet geliştiremediklerindendir. Onlar, yaşantının içerisine gömülü basit ve küçük detayları gözden kaçırmaya ve  anlamsız bir hissiyat yumağı içerisinde yanıp tutuşmaya mahkumdurlar. Hayatın iplerinin ucundaki kuklalar, onlardır. Bütünüyle ve hepten unuttukları şey ise, o çok korktukları şatafatlı sonun kapılarını her an, her şekilde çalabile...

İlkel Kusmuk

Adalet . Adalet nedir? Nerededir? Adil olmak, bir kavram olarak ne zaman hayatımıza girdi? İlk "adil" insan kimdi? Kim hayatını bunun üzerinde şekillendirdi ve bir amaç olarak üstlendi? Sahte şeyler ile vaktimizi harcarken ve her gün başka bir saçmalığın bizi kontrol etmesine göz yumarken; her gün birbirinden bağımsız düşüncelere aldanıp ya da onları terk edip, başka düşüncelere kucak açarken ve hepsinin, uğraştıkça daha da büyüyeceğini de biliyorken, adaleti falan savunmak mümkün müdür? Kuru fakat eskimeyen bir umutla yaşamaya devam etmek mi bizi tatmin eden şey? Artılara sahipti herkes, benimse artılardan çok eksilerim var; artılardan daha yüce eksilerim. Gözümün önünde sarı renginden nasibini almış bir yaprak, koca ağaçtan süzülerek düştü. Düşerken kahkahalar attığına emindim çünkü o heybetli ağaçta, bilinmeyen bir süre boyunca sabit kalmaktansa vahşi rüzgarın onu estiği yöne doğru savurması daha heyecan verici olmalıydı. Bazense çenemi tüm dişlerimi çatlatacak kadar sık...

Bilinçaltı Sırıtıyor

Rüya görüyordu. Gecenin karanlığında, bir vadinin tepesinde sadece ikisi vardı; O ve yine O (ya da M ). Sıcak bir rüzgar esiyordu. Hızlı adımlarla ve yan yana vadiyi tırmanıyorlardı. Etrafta hiç ışık yoktu, sadece tepelerindeki, onları her hamlelerinde takip eden loş ve mekanik spot ışığı. Hareketlerinde, sanki bir şeye yetişmeye çalışıyorlarmış izlenimi veren bir ivedilik vardı.  Tırmanırken ateşli bir sohbet etmenin peşindeydiler ve ediyorlardı da. Nefesleri kesilmiyordu. Tam bu sırada O, dayanamayıp heyecanla ettikleri diyaloğu keskince keserek ona içinde birikenleri dile getirdi. Çünkü içini tamamen kaplayan buydu ve artık tutamayacağını anlamıştı. İçinde biriken sevgi, dilinin bağını çözdü. Cümlesini bitirmesine daha fırsat bile bulamadan aynı karşılığı aldı ve ne olup bittiğini dahi anlayamadan, sanki otomatik bir formda, birbirlerine büyük bir tutkuyla sarıldılar. Sonra uyandı.

(Rengin Tonu Griyken) Her Gün Sıradan ve Her Gün İlginç

Bugün İzmir'in havası " kıymetli"  vaktimi, duvarlarına bakarak harcamak zorunda olduğum ve kendimi ait hissetmediğim bu büyük apartman dairesinde katledemeyeceğim kadar güzeldi. Bu düşünceye kapılana kadarsa, evin içinde, bir şeylerin adeta ilahi biçimde gerçekleşmesini kendi kendime bekleyerek  boşlukta süzülüyordum. En sonunda kafamdaki çelişkilerin bir kısmından galip gelerek - ya da hepsini es geçerek- kendimi dışarı attım. Yolda dengesizce yürürken, eski bir arkadaşımı aradım. İstanbul'un onu nasıl yuttuğundan bahsetti yine bana ve oradan kaçmayı nasıl planladığından. Çok geçmeden, birkaç dakika sonra, telefonu kapatmayı arzuladım ve hemen ardından da şansım yaver gitti, konuşmamız sona erdi ve yoluma devam ettim. Üzerimde benimle pek çok macerayı paylaşmış kot ceketim, ayağımda topuk seslerini sevdiğim, süet, işlemeli, koyu lacivert brogue ayakkabılarım vardı. "Lotus Flower" isimli sevdiğim bir parçayı, tiz bir sesle mırıldanıyordum... Sonra metro dur...

Ölüme Dair:

Tadamadıklarından nasıl olur da bu kadar korkabilirlerdi? Bu nasıl bir yücelikti ki ölüm onlara böylesine korkutucu gelmekteydi? Hayata kök salmak ve hiç bitmeyecekmiş gibi yaşamak, onlar için gerçekten kolaydı. Çılgınlık diyebileceğimiz şey gerçekten de bu olmalıydı. Esas sonun ölüm olduğunu düşündükleri için mi yoksa ölenin bir daha geri gelmediğine inandıkları için miydi bu ciddiyet? Anlamsız ve yersiz bir hayata tutunma güdüsüydü bu. Bari hayatın tadını çıkartabilselerdi. Eğer böylesine dehşete kapılmasalardı, çoktan ölümü tatmış olacaklardı çünkü bu işin içinde bilinmezlik vardı ve bilinmez olan hep onların keşfetmek için can attığıydı.

Saygısız Fakat Narin ve Asimetrik Dudaklar

Hedefi tutturmakta ustalaşmıştı. Sadece, genelde yaptığı gibi, var gücüyle suratımın ortasına bir tebessüm fırlattı; suratıma bile bakmadan. Belki de bakamadığından ama bakması gerektiğinin farkında ve tam da bu yüzden bir gün bakmak zorunda. ( Gelecekten Not:  O bir gün geldi ve bana çok kez baktı. Ancak bu kez ben bakamadım.)

Tavşan Kulaklı El Bombası

Mağara duvarlarına avladığımız canlıların silüetlerini resmetmeyi öğreneli çok olmamıştı anlaşılan. Hepimiz için ilk ve son adeta iç içeydi. Güya konuşabiliyor, hissedebiliyor ve de düşünebiliyorduk. Kendimize "uygar" diyebilmek için ise, "ilkellik" kavramını bilinen tüm sözlüklerden sileli çok olmuştu. Gel gelelim ki pratikte, insanlık için her şey ters yönde hareket ediyordu... Hemen hemen hepsinden önce doğan icatlardan olan radyo, hemen hemen hepsinden önce öldü. Yıllar sonra ise tüplü televizyonlar ve atari marka oyun konsolları. Sonra kitaplar, fanzinler, denemeler, makaleler ve şiirler son çırpınışlarında boğulmaya başladı. Kayıp ilanları, trafik levhaları ve renkli reklam panoları bir süre idare etse de, nitekim bu kıyımdan paylarına düşeni aldı. Çünkü internet girdiği evde hükümdârdı. Yıllar boyu bitki özleri yağlı boyalara, yağlı boyalar tükenmez kalemlere, tükenmez kalemler imzalara, imzalar ise yargı ve yasamaya dönüştü. Sonra bir gün Mozart'ın kemik...

Pembe Sirk

En çok da M 'ye söylemek istediği halde bir türlü söyleyemedikleri ve söylediklerini kendisiyle baş başa kaldığı zaman rüzgara doğru söylemesi, sonrasında ise rüzgarın tüm söylediklerini örüntüleyip, suratına sert bir tokat olarak geri çarpması canını yakar. Kendi kelimeleri tarafından darp edilmesi ona komik gelir; hem de bir türlü kullanamadığı, henüz düşünce formunda olan kelimeler tarafından. Sonrasında, aldığı darbenin şiddeti ve şoku ile söyleyeceklerini gerektiği biçimde tasarlamaya kalkışır. Kaldı ki bunların hepsini istemsizce, kendi kendine, kendi için üzülerek yapar. Çünkü içinde olan bitene bir türlü karşı koyamaz. Esas doğasını M 'ye anlatmaya kaptırmışken bulur bir süre sonra kendini. Bu saçmalık, her yalnız kalışında onun yakasına yapışır. Esas doğasının ne olduğuna dair şüpheler biriktirir hemen sonrasında. İçinde dönüp bitenin ne olduğunu anlamaya ve ayıklamaya çalışır. Dakikalar boyu süren, tek kişilik, profesyonel bir sahne performansı! Sanatçı da, seyircile...

Vahşi Batı, Umarsız Kız & Yalnız Kovboy

Ve sonra ona Güneş'in hırçın ışınlarını bile geri püskürtebilecek kadar parlak, gümüş renkli, uzun namlulu ve kısa kabzalı altıpatlarımdan bahsettim; yan yana, yokuştan aşağıya doğru yavaşça inerken.  Tetiği çektiğim zaman içimde biriken tüm nefreti, kederi, yorgunluğu ve geriye kalan parazitlerin hepsini toplayıp sağ koluma, sağ kolumdan elime, elimden ise mermiye aktardığımı ve o dopdolu merminin öfkeyle fırlayıp, herhangi bir yere saplandığını bana kanıtladığı an, hissedebileceğim hazdan bahsettim ona. Konuşmayı kesip gözlerinin içine baktığımda, beni bana tanrı gibi hissettirdiğini fark ettim; oysa aynı duyguları hissedebiliyor oluşumuzu anlamak, yani  insan olduğumuz bilgisini bana beni sarsarak göstermesi, yüce hissedebilmem için yeterliydi. Ancak mermilerimden bahsetmeyi aslen unutmuştum. Esas görev onlarındı ve hepsi bana sadık tı. Peki o, mermilerim kadar sadık ve tutku dolu olabilir miydi? ( Seneler Sonrasında   Kendime Not: Evet, olabilirdi hatta öyleydi de....

Ben Merkezimden Gelenler:

İnsanı her şeye rağmen büyütmek ve geliştirmek zamanın görevidir. Bir kişi için hazırladığı tecrübe tasarılarının tümü, sıralı ve düzenli bir biçimde, yine zamanın içine gömülmüş; pusuda ve biraz da sinsi bir tavırla açığa çıkmayı bekler. Zaman, kişinin üzerinde varlığını sezdirmeden işleyen ve kusursuz çalışan bir sistemdir. hareket ettikçe ya da bir yılan edasıyla kıvrıldıkça, "potansiyel insan" gelişir, gelişirken de esasen ölür; hem de geçirdiği her bir saniye. Kişinin sorumlu tutulduğu her şeyin açığa çıktığı yer de tam olarak burasıdır; çabası karşılığında kazanç elde edebileceği her şeyi hesaplaması için sadece o kişiye özel oluşturulmuş bir muhasebe ve oyun alanı. Bu kendi kendini tekrar eden döngü, kişinin sahip olduğu ancak sahip olduğunu yaşarken kestiremediği ve kontrol edemediği tek temel mülkiyetidir. Bu sebeple de kişi, yaşarken hükmedemediği ve emirlerine itaat ettiği şeyden -yani zamandan- nasıl fayda elde edebileceğine dair kafa yormalı ve ona kendini uyumla...

Tohumunu Ektim

Otobüsteydim. En ön koltukta oturuyordum. Gözümün önünde bir vizyon vardı ve bu vizyona uyumlu düşünceler, zihnimde dönüp dolaşıyordu. Sonra yazmaya koyuldum: "Serin bir kış gecesi. Sıcak ve loş ışıklı oturma odasında, o an için yaptığı ve yapmaktan haz aldığı tek eylem, diğerinden biraz daha çok sevdiği kiremit rengi kanepeye boylu boyuna uzanıp, bacaklarında biriken gün yorgunluğundan arınmak. Dakikalar geçtikte uyku, sanki göz kapaklarında birikiyor. Git gide daha da ağırlaşıyorlar. Zihin, şimdi boş bir levhayı andırıyor; içinde barındırdığı her şey yavaş yavaş belirginliğini yitiriyor. Her bir düşünce ile kısa süreliğine de olsa bir barış antlaşması imzalama vakti. Artık onları azat etmeli. Tam bu esnada, bir an için zihnindeki kirli ses, ona sebepsizce etrafına bakınmasını buyuruyor. O ise iç sesine boyun eğip etrafını, göz ucuyla incelemeye koyuluyor. Aslında bunu gerçekleştirecek enerjisi falan da yok, sadece uykuya dalmayı arzuluyor. Bu gibi anlarda, sanki zamanın gözl...

INTRO

Edebiyat, onunla ilgilenen kişiden, her daim kendi payına düşeni geri vermesini talep eder. Yazmaya kalkışan kişiye önce biraz borç verir, bir süre sonra da hızla yakasına yapışır. Demem o ki ondan ilham almak ve faydalanmak isteyen kişi, ona tekrardan bir şeyler sunmak zorundadır. Dürüst olmak gerekirse şu döneme dek kendimi, bu pazarlığın bir tarafı olabilecek kadar cesur bulmuyordum ve bu anlaşmayı sürekli kılabilecek niteliklere sahip olmadığıma inanıyordum. Bu sebeple de yazma eylemi ile beni, kendim ile ise harfleri pek ilişkilendiremezdim. Fakat artık düşüncelerimin ve onların kurulu düzeninin yok yere harcanıyor olduğunu düşünüyor ve bu rahatsızlığı içimde taşıyorum. Çünkü bellek, kişiyle oyun oynuyor. Bu süreci biraz açmak gerekirse insan, ilk olarak içinde bir arzu olduğunu saptıyor. Yani arzu insana hükmediyor. Ardından bu arzu, zihne düşüyor ve orayı işgal ediyor. Ve arzunun kontrolü altında olan harfler yan yana geliyor. Ardından kelimeler birbirlerini buluyor ve anlamlı a...