Tohumunu Ektim
Otobüsteydim. En ön koltukta oturuyordum. Gözümün önünde bir vizyon vardı ve bu vizyona uyumlu düşünceler, zihnimde dönüp dolaşıyordu. Sonra yazmaya koyuldum:
Sıcak ve loş ışıklı oturma odasında, o an için yaptığı ve yapmaktan haz aldığı tek eylem, diğerinden biraz daha çok sevdiği kiremit rengi kanepeye boylu boyuna uzanıp, bacaklarında biriken gün yorgunluğundan arınmak.
Dakikalar geçtikte uyku, sanki göz kapaklarında birikiyor. Git gide daha da ağırlaşıyorlar. Zihin, şimdi boş bir levhayı andırıyor; içinde barındırdığı her şey yavaş yavaş belirginliğini yitiriyor. Her bir düşünce ile kısa süreliğine de olsa bir barış antlaşması imzalama vakti. Artık onları azat etmeli.
Tam bu esnada, bir an için zihnindeki kirli ses, ona sebepsizce etrafına bakınmasını buyuruyor. O ise iç sesine boyun eğip etrafını, göz ucuyla incelemeye koyuluyor.
Aslında bunu gerçekleştirecek enerjisi falan da yok, sadece uykuya dalmayı arzuluyor. Bu gibi anlarda, sanki zamanın gözleri varmış gibi hissediyor ve onun karşısında çırılçıplak soyunmaya zorlanıyormuş gibi.
Ufak çaplı gözlemine başladığı anda, değer verdiği insanların, onun için portakal soyduklarını ya da o bilinçsiz ve aptalca televizyon kanalları arasında gezinmeye yeltendiğinde, itiraz etmiyor olduklarını idrak ediyor. Bu ani farkındalık, basit ve yoğun duygularla yüklü olan tüm anların, aslında hayatı örmeye anbean devam ediyor olduğunu fark etmesine ya da anımsamasına aracı oluyor. Bir an ciddiyetini geri kazanıyor ve durup düşünüyor: "belki de haz, bu gibi arı, belli belirsiz ve basit tecrübe ya da anlarda gizlidir."
Bu fikrin hacmi onu, fiziksel kütlesi de dahil olmak üzere, tüy kadar hafif kılıyor. Kanepede yatmıyor artık, tavana doğru yatar pozisyonda yükseliyor. Hayat şimdi güzeldir ve yaşamaya değerdir artık.
Tam bu esnada, göğüs kafesinin derinliklerinde, zihnindeki kirli sesin köleleri, ellerindeki zararsız ve rengarenk mumları, birer birer ateşlemeye başlıyor. Mumların sıcaklığı, yavaş yavaş tüm vücudunu fethetmeye yelteniyor. Ve nitekim iç dünyası, bu mumların ışıltısı ile dolup taşıyor. İçindeki her şey, sıcak ve parlak şimdi.
Sonra, kendini o ana dek gerçekleştirdiği hiçbir eylemden sorumlu tutmayası geliyor; sanki daha önce hiç yaşamamış ya da hayatının başlangıç noktası, tam içinde bulunduğu anmış gibi. Prangaları yokmuş gibi ve insan değil ama doğayla uyumlu bir organizma gibi hissetmeye başlıyor. Sanki doğanın kapsadığı her bir elementin ritmine uyumlu hareket edebiliyor artık.
Hayat ile arasındaki ilişkiye dair saptadığı tüm pürüzler, bir an için realitedeki statülerini kaybediyor. Kendi varlığına ve onun somut oluşuna ait bir gülücük, bütün suratına yayılıyor.
O an zihninde akıp giden düşüncelerin toplamı, onu huzurlu olmaya itiyor; çünkü hepsi tam da arzuladığı forma kavuşuyor: saf ve pürüzsüz mutluluk.
Gelgelelim ki bu sihirli durum birkaç saniyeliktir, her şey gibi ölümlüdür. Bir anda, bir şeyler ters gitmeye başlıyor. Afallıyor, sebebini bilmediği ve bulamadığı bir endişe, onun dizginlerini ele alıyor şimdi.
İçinde bulunduğu büyülü an, hızla parmaklarının arasından kayıp gitmeye yelteniyor. Yaşadıklarının sebebini anlamakta zorluk çekiyor ve tüm bunları neden yaşıyor olduğunu düşünmeye başlıyor. Sahip olduğu huzuru kaybetme taraftarı olmasa da kişisel terazisinde ikamet eden şeyler, otomatik olarak ağır basmaya meyilleniyor.
Ve sonra turuncuya yakın pembe renk -tıpkı bir şeftali gibi- yavaş yavaş gözlerinin önünde kararmaya başlıyor -çürüyen bir şeftali gibi- ve her şey, süregelen griliğini giyiniyor yine."