INTRO
Edebiyat, onunla ilgilenen kişiden, her daim kendi payına düşeni geri vermesini talep eder. Yazmaya kalkışan kişiye önce biraz borç verir, bir süre sonra da hızla yakasına yapışır. Demem o ki ondan ilham almak ve faydalanmak isteyen kişi, ona tekrardan bir şeyler sunmak zorundadır.
Dürüst olmak gerekirse şu döneme dek kendimi, bu pazarlığın bir tarafı olabilecek kadar cesur bulmuyordum ve bu anlaşmayı sürekli kılabilecek niteliklere sahip olmadığıma inanıyordum. Bu sebeple de yazma eylemi ile beni, kendim ile ise harfleri pek ilişkilendiremezdim.
Fakat artık düşüncelerimin ve onların kurulu düzeninin yok yere harcanıyor olduğunu düşünüyor ve bu rahatsızlığı içimde taşıyorum. Çünkü bellek, kişiyle oyun oynuyor.
Bu süreci biraz açmak gerekirse insan, ilk olarak içinde bir arzu olduğunu saptıyor. Yani arzu insana hükmediyor. Ardından bu arzu, zihne düşüyor ve orayı işgal ediyor. Ve arzunun kontrolü altında olan harfler yan yana geliyor. Ardından kelimeler birbirlerini buluyor ve anlamlı ancak esnek bir bütüne dönüşüyorlar. Sıvı düşünceler, doğmayı ve katılaşmayı talep ediyor ve nitekim eylemlere dönüşüyorlar. Eylemler ise hisler olarak tekrardan içimize geri dönüyorlar. Fakat düşünceler, onlara ilgi göstermediğimiz vakit bize karşı bir tavır alıyorlar. Zihinde eriyip, ufalanıyor ve saniyeler içerisinde yitip gidiyorlar.
İşte bu düşüncelerin tümünü, artık yitirmek istemiyor, onları büyütmek istiyorum. O nedenle benim için eyleme geçme vakti artık geldi. Her neyse, şimdilik fazlasında da gözüm yok zaten. Sonuç itibariyle kusur, her daim görendedir.