Tavşan Kulaklı El Bombası
Mağara duvarlarına avladığımız canlıların silüetlerini resmetmeyi öğreneli çok olmamıştı anlaşılan. Hepimiz için ilk ve son adeta iç içeydi. Güya konuşabiliyor, hissedebiliyor ve de düşünebiliyorduk. Kendimize "uygar" diyebilmek için ise, "ilkellik" kavramını bilinen tüm sözlüklerden sileli çok olmuştu. Gel gelelim ki pratikte, insanlık için her şey ters yönde hareket ediyordu...
Hemen hemen hepsinden önce doğan icatlardan olan radyo, hemen hemen hepsinden önce öldü. Yıllar sonra ise tüplü televizyonlar ve atari marka oyun konsolları. Sonra kitaplar, fanzinler, denemeler, makaleler ve şiirler son çırpınışlarında boğulmaya başladı. Kayıp ilanları, trafik levhaları ve renkli reklam panoları bir süre idare etse de, nitekim bu kıyımdan paylarına düşeni aldı. Çünkü internet girdiği evde hükümdârdı.
Yıllar boyu bitki özleri yağlı boyalara, yağlı boyalar tükenmez kalemlere, tükenmez kalemler imzalara, imzalar ise yargı ve yasamaya dönüştü. Sonra bir gün Mozart'ın kemikleri sızladı. Çürüyor olduğu toprağa karışıp, hayatta bir şekilde yeniden yeşereceği günün gelmesini sayarken, günümüzün melez ve çarpık sesleri onu ve eserlerini alt etti. Ölüler, yaşamı yeniden kucaklamayı reddetmeye mahkûm kılındı. Ölülerin bile hevesini kırabildiğimiz bir çağ...
Tüm ekranlar, kanunsuzun, hak etmediğini dahi kopartabiliyor olduğunu gözümüze süsleyerek sokarken, hak ettiğinin bir tutamını bile alamayacağını anlayanlar, kafalarını kuma gömdü. Görmektense, kör olmak daha iyiydi. Gayret, artık kişinin kârı değildi.
Sonra zaman ilerledi ve uçsuz bucaksız okyanusların derinliklerinde yosun tutmuş sigara paketleri ya da yok olmak bilmeyen plastik ambalajlar yüzmeye başladı. Daha sonra erkekler görme bozukluklarının ya da kalp rahatsızlıklarının; kadınlar ise kanser, obsesif-kompülsif bozukluk ve kas gücü eksikliğinin esiri oldular. Bu esnada, bazılarıysa esas doğamız olan kötülüğe sadık kalmak için yemin etti. Ve yeminlerini kan ile mühürlediler.
Sonra kağıt üzerinde sınırlar çizildi. Ve artık "bazı" topraklar vardı. Toprak öteleşti, insan öteleşti, her şey ötekileşti. İnsan toprağa yabancılaştıkça, git gide daha da vahşileşti. Böylelikle de toprak, insanın ayağının altından kaymaya niyet etti.
Bu topraklardan bazıları atom bombasını tattı, bazıları genetiğiyle oynanmış şeylere ev sahipliği yaptı. Bazılarıysa bu dünyadan; kendi yaşam kaynaklarından kaçışın gerekli olduğuna parmak bastı. Tükenmez gibi yaşanılan Dünya'nın, tüketilebilir kılınması insanı oturup düşünmeye itti. Sonsuz evreni keşfetmeye çalışmanın onlara büyük bir merak bahşettiğinin farkına vardılar. Başka gezegenlere, başka yaşam formlarına ve başka kaynaklara ulaşmak hedef olarak seçilmeye pek müsaitti. Bu hedef doğrultusunda maymunlar ya da köpekler zorunlu olarak gönüllü kılındı. Hiçbir canlı, insanlığa diş gösterecek kadar gelişmiş değildi.
Bazıları insanoğlunun kökeninin primatlardan geldiğini savundu. Türümüzün mensubu olmayan her canlı, tüm bu olan biten karşısında tepki verebilmekten yoksunken insanlar, doğum günü partilerinde ellerine aldıkları maytabın minik kıvılcımlarını, hassas etlerinde hissettiklerinde bütün evi inletmeye devam etti.
Sonra aslanların çiftleşme ritüelleri kayıt altına alındı. Yılanın deri değiştirmesi ayrıntılarıyla incelendi. Ahtapotlar pek çok kere yere çarpıldı, papağanlar ise kafeslerindeki parmaklıkların sayısını ezberledi; sahibi ışıkları kapatırken "babacık" demeyi de.
Ardından bilinmeyen sorgulandı ve olana inanmak imkansız kılındı. İnsanlar bilgisayarlarının başında çok sevdikleri müzik grubunun çok sevdikleri şarkısına sanki konserdeymişçesine bağıra çağıra eşlik ettiler. Van Gogh sarının yeni bir tonunu keşfedip kulağını kesti, Jack Nicholson deli rollerinin hakkını verdi, Amy Winehouse'ta eroinin.
Kimlikler ve pasaportlar küfür yağmuruna tutuldu; herkesin sanılan bu dünyada sınırları aşabilmek için, merak edileni tadabilmek için bu kağıtlar gerekliydi çünkü. Bir de hakkında konuşmayı düşünmenin bile insanı yorgundan beter kıldığı put: para.
Seks yüceltildi ve fazla komplike bir hale kavuştu. Bilinçaltına her defasında yetersizliğin tohumu ekildi ve güvensizlik had safhaya ulaştı. İnsanlar, etten gömleklerinin uzuvlarını ve kendi kimliklerini aşağılayarak ruhlarının parıltısından bir parça yitirdiler. Nitekim madde her şeye hakim oldu.
Yetişkin erkekler, kıllı bacaklarının arasından sarkan testislerinden, kadınların yüceltilmiş kasıklarına doğru hedefe güdümlü spermlerini gönderdi. Annenin dokuz ay boyunca karnında büyüttüğü, bulunduğumuz çağa fırlatılmış kız çocukları, evlerin karanlık ve soğuk kilerlerine hapsedildi. Sadistler, psikopatlar ve sosyopatlar türedi. Yeni seks köleleri civatalar, ördekler ve eşekler ilan edildi. Esasen her sapkınca eylem, ölü ve hasarlı bir kuşaktan nadide bir koleksiyon oluşturabilmek içindi.
İnsanları tek parçadan çok parçaya ayırıp, enstrüman kılıflarında saklamak düşüncesi, bir gün biri için eyleme dönüştü. Bazılarımız ise bir pazar sabahı, kahvaltı sonrasında tüm bunları gazeteden okudu ya da bir akşamüstü işten gelip oturma odasında meyve yerken haberlerde umarsız ve uykulu gözlerle izledi.
Bazıları sadece ibadet ederek yaptıklarının hesabını vermek için çabaladı. Sırf vicdanen rahat edebilmek için başkalarının özgürlükleri ayaklar altında çiğnendi. Başka bir dünyadan medet umanlar, özde sahip olduklarını yitirdiler. Bol bol dua ettiklerini sandılar, çünkü edebiliyorlardı.
Hapishanelerin, mahkemelerin veya siyasetin adaleti sağladığını düşündüler ama her geçen gün kötü olan her unsur onları, onlarla paralel bir hızda ele geçirmekteydi. Seyahat etme özgürlüğünü kullananın, hayatını elinden almakta da geri kalmadılar.
İnsanlar bıçak, muşta ve silah taşımayı meşru buldu. Bireylerin yaşantıları onlardan bir şekilde çalınıp bedenleri ise bir kenara savruldu. Sonra para ve iktidarı sevenler çıkıp ağaçları kesti. Bir jenerasyon ayaklandı ve ayaklanma unutuldu.
Kimileri futbol denen dipsiz para havuzu uğruna birbirini katletti. Uygar gladyatörler, dünyanın tepesinde açlıktan ölenleri seyretmeye koyuldu. Afrika'da sıtmadan karnı şişen çocuklar, akbabalara yem oldu.
Sonra ne mi oldu? Sonra Wachowski Kardeşler Matrix Üçlemesi'ni piyasaya sürdü. Zihnin duvarları yer yer çatladı. Kurt Cobain pompalı tüfeğin beyniyle yerleri boyamasına en sonunda izin verdi. Bazıları gerçekleştirmek adına cesaret bulamadıkları kanundışı eylemleri, video oyunlarında zevk alarak gerçekleştirdiler. Steve Jobs öldü, ürettikleri ise ölümsüzleşti hatta bir vampire dönüştü; cep vampirleri.
İnsanlar çok sevdikleri çoraplarının tekini kaybettiler ya da tam evlerinin kapısına geldiklerinde donlarına işemek zorunda kaldılar. Arabalar her şeyden daha tehlikeli olmaya başladı. İki uzun bina yerle bir edildi. Doğa, doğal afetler aracılığıyla insanoğluna ültimatom gönderdi.
Sonra biri, "aşk" adı verilen soyut bir kavramı ortaya attı ve tüm bunların arasında insanlar kim olduklarını tahmin bile edemeyecekleri insanları buldular ya da bulmaya çalıştılar; elbette seçenekleri kişisel elekleri vasıtasıyla eleyerek. Kimya uyumunu sağlamak uğruna tüm ıstırabı yüklenecek cesareti göğüs kafeslerinde hissettiler. Mutluluğun ve güzel olan her şeyin peşine düştüler. Yanıldıklarını düşündüler, yanılttıklarını düşündüler. Hayal kurdular, geçmişleri yüzünden pişman olup gelecekleri için planlar yaptılar ve bunların hepsini çoğunlukla bugün yaptılar ve bugün yaptıklarını ise katiyyen fark edemediler.
Delirdiler, delirttiler. Everest Dağı'na tımandılar, Hawaii'de sörf yaptılar, Los Angeles'ta Amerikan rüyasını yaşamanın hayallerini kurdular. Festivallere katıldılar, yeni aldıkları Tommy Hilfiger tişörtü başkalarına göstermek istediler. Neo-spiritüalizmle, mistisizmle ve sürrealizmle ilgilendiler. Gücün tadına baktılar. Sigmund Freud okuyup psikanalist, Jack Kerouac okuyup beatnik olmaya karar verdiler. Gogol'un paltosuna iç çep olarak yamandılar ve Raskolnikov'un baltasını bilediler. Freddie Mercury'nin bıyıklarını tarayan tarakken, bir köpeğin parktaki bokunu kavramaya aracı olan poşete dönüştüler. Sevdikleri filmlerin sevdikleri karakterlerine büründüler. Beyaz Saray'da yeni projelere imza attılar. Ağlama Duvarı'nın taşları çoktan yosun tuttu. Snowboard yaptılar, tual boyadılar, kendilerini eğitmekle kalmayıp, atları eğitmeye kalkıştılar...
Tam bunlar olurken öldürmeyi hobi edinenler, Irak'ta, Suriye'de ya da herhangi bir şehrin herhangi bir sokağında tam bir gün önce annesine yeni yamalattığı futbol topuyla oynamanın hazzını yaşayan 8 yaşındaki bir çocuğunun alnını kızgın bir mermiyle ya da hızla dönen bir tekerlekle son kez tanıştırdılar. Şimdi ise birileri birilerini yüceltecek, kafalarının karışıklığıyla uğraşacak ya da küfürler edecek.
Ah! Terapilerden ve hipnozdan, antidepresanlardan, çizgi filmlerden, eşcinsellikten, tasavvuftan, zürafalardan, uyuşturuculardan ve alkolden bahsetmeyi unuttum...