Kayıtlar

2024 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Köpek Dişi

Işıktan örülü tacının altında, yüce bir Kral, ihtişamıyla oturur. Kral'a sadâkat yemini etmiş on adam, şafağın sökmesi için birleşmişti. Her birinin karşısında yedi huzursuz geceden doğan, yedi obur canavar. Dişleri kenetli, pençeleri sivri. Günahkârın etini delen iki oynak çivi. Ruhu ilmek ilmek ören bin bir kesik harf. Akılda özgürce dolaşıyordu soru işaretleri. Alından akan her bir damla ter, mühürlü avuçlarda birikmişti. Adamların isimleri belirsizdi. Kimisi kandı, kimisi gözyaşı. Her biri, ekmeğini çaba sarf ederek yemeye niyet etmişti... Ve kurtuluşu çağıranlar uğruna yükseltilen bir dua, tüm göğü inletti: "O, bizim sığınağımızdır. Dağlar, denizin kalbine çöktüğünde korkan biz olmayacağız." Ancak Adem'in dili kaygandı ve kemiksiz. Şimdi, bir zamanlar gururlu olan tüm kayıp şehirlerin yerle bir olması için geri sayım vakti. Hiçlik ile yüzleşen halkların, bu son kıvrak dansı ve yalandan sevinci. Yalnızlık ile zehirlenmiş olanlar, bu köpürmüş salgında can verecekti...

ÖNEM/SİZSİNİZ

Güncel bilimsel tahminlere göre Dünya, en az 4543 milyar yıl yaşında. Demografi uzmanları, insanlık tarihini günümüzden 200.000 ila 300.000 küsür yıl öncesine kadar götürüyor. Yeryüzünde dolaştığımız bu süre zarfı boyunca 109 milyar kişi yaşamış ve ölmüş. 2025 yılı itibariyle ise dünya üzerinde yaşayan neredeyse 8.2 milyar insan var ve bu sayı git gide artmakta. Eğer çoğumuzun olduğu gibi ortalama, sıradan ya da basit bir insansanız, yani ardınızda kolektifin aşina olduğu herhangi bir şey bırakmadıysanız, vay halinize! Siz öldükten sonra, sizi tanıyan ve bilen son kişi de nalları diktiğinde, bu hayatta sanki hiç var olmamış gibi olacaksınız. Tüm anılarınız, hayalleriniz, hisleriniz, düşünceleriniz; kısacası sahip olduğunuza inandığınız veya gerçekleştirdiğiniz her şey, sizinle birlikte sıfırlanacak. Kaldı ki işin gerçeği, ardınızda bir şeyler bırakmış ya da bırakmamış olmanızın da siz öldükten sonra size pek bir yardımı dokunmayacak. Bu verilerin tümünü baz alarak, gündelik yaşantıları...

Günlük Hesaplar & Mekanik Arzular

"Kişi için sevebildiğini hissetmek, bir başkası tarafından sevildiğini hissetme ihtiyacına kıyasla çok daha ağır basıyor" diye düşündüm. Bu düşünce, dün geceden beri benimleydi, etrafında dönüp dolaşıyordum sürekli.  İşin gerçeği, ara sıra hortlayıp hayatıma musallat olurdu ve ben, yine o dönemlerden birindeydim. Bir de şunu düşündüm: bu meselenin sanki bir çetrefili vardı. İnsanın yüzüne sevilmediği haykırılınca dünyası başına yıkılırdı, buna katlanamazdı. Fakat birini sevmediğimizi o kişiye itiraf edebilmek pek de zor sayılmazdı. İşin içerisinde, her zaman için otomatik işleyen bir menfaat hesabı vardı. Aslında bu denklemin temelinde sevgi falan yoktu, bizim sevgi sandığımız ya da bu isimle nitelendirdiğimiz bir his vardı. O hissin yeri gelince doyumunu, yeri gelince ise yoksunluğunu hissediyorduk. Ancak o hissin adı sevgi değil, hazdır. Haz sevgiyi, giyinmiştir ya da iyiyi, güzeli. Bizi, bize iyi hissettiren şeyler ile kıyafetlenmiştir haz.  Bu tanıma uyan spesifik şeyleri...

İçgörü

Herhangi bir seçenek yok. Hayat, düz bir çizgiyi andırıyor. Kusursuz bir çemberden bozma, muntazam ve kısıtlı bir yapı. Döngülerinin tümü sayılı ve h er bir detayı daha en başından özenle hesaplanmış. Başlangıcı ve sonu aynı, arada kalan her şey belirsiz. Sadece kendi kanunlarına itaat ederek çalışıyor ve size hükmediyor. Yanılsama ise çok sonradan sahne alıyor: gözlerinize karanlık bir perde indiğinde ve artık her şeyi görebiliyor olduğunuz yalanına inanmaya başladığınızda. 'Neden ben?' ya da 'ya şöyle olsaydı?' gibi sorular, hislerden oluşan formlarını sadece sizin için oluşturmaya başladığında. Tüm soru işaretleri, şimdi size hizmet etmek için can atıyor ve siz onların arasında kaybolmayı arzuluyorsunuz. Sonrasında, bir an için durup geriye baktığınızda hayatınız, sanki dalları yeni budanmış bir bonsai ağacı veya çok çatallı bir şimşek gibi görünüyor. Bir kökten, bin bir yöne yayılmış, bütün ve sistematik bir manzara. Motifleri, agresif bir virüsün hareketlerini andı...

Force Majeure

Ben betonu delen gülüm. Yeryüzünün derinliklerinden geliyorum. Toprağın altından geliyorum. Gözlerini boyamaya geliyorum. Güzelliğimi sergilemek için geliyorum. Seni sarmalamaya geliyorum. Kemiklerini kırmaya geliyorum. Ben dindar adamın iki dudağına yapışmış duayı, her gece ısıtan mum ışığının sıcaklığıyım. Sana diz çökmeyi öğretiyorum. Önünü görmeni sağlıyorum. Ellerine yön veriyorum. Gözlerinden içeri giriyorum. Sadece sen ve sadece ben. Sadece ben ve sadece sen. Seni, sana düşündürteceğim ve sana umut aşılayacağım. Birbirimize karışacağız. Varlığın ağırlığını tartacaksın. Hayret edeceksin bana ve görkemime. Azme can vereceğim gözlerinin önünde. Olanaksız olanın tanımını yerle bir edeceğim. Soru işaretlerini ördüm ve sana bir taç yaptım, gururla kafana geçireceğim. Sana kendini sorgulatacağım. Tüm eylemlerin seni tedirgin edecek. Yaptıkların ile yüzleşecek ve kendinden kaçmak isteyeceksin. Bu senin meydan muhareben. Dehşete kapılacaksın. İçini emerek boşalttığın her şey, hortlayıp y...
 "Arınmaya gelene yardım edilir."
Görünen o ki iki çeşit insan tipi var: 1) Hayatlarını, bir gelecek inşa etmeye çalışarak geçirenler. 2) Hayatlarını, geçmişi yeniden inşa etmeye çalışarak geçirenler.

Pisces

Akvaryumun içinde bir balık, balığın içinde renkli bir yem. Muzip bir çocuk, yaramaz gözleriyle balığı takip ediyor. Yaklaştı, merakla fanusa dokundu çocuk. İrkildi balık, saklandı bir hışımla. Yaptığının sonucuna tanıklık etmek bir hayli hoşuna gitmişti çocuğun. Her eylemin bir sonucu olduğunu keşfetmişti. Hayatı yavaş yavaş anlıyor gibiydi şimdi. Fanusa daha sert vurdu bu kez. Balık daha sakindi şimdi, tıpkı çocukla artık tanışmış gibi. Çocuk, hevesle elini daldırdı bu kez fanusa. Temkinliydi balık, önündeki eli ısırdı hızla. Korktu çocuk,  başladı ağlamaya. Artık ödeşmişlerdi. Balık, sakince yüzmeye devam etti. İri ve boş gözleriyle çocuğu takip ediyordu şimdi. Sahibi geldi, tekrardan yemledi balığı. Balık afiyetle yemini yedi. Çocuk annesine koştu. Sarıldı bacaklarına. Öğrenmişti çocuk hayatı biraz daha ve biraz daha büyümüştü artık. Aklı büyümüştü çocuğun; her eylem, sonucu hesaplanarak yapılmalıydı. Annesi, evladına baktı, halbuki o akşam yemekte balık kızartacaktı.

Sahne Senin!

Göremediğini görmek için gayret etmek dahi ne keyifli bir oyun! Hayat bir oyun ve herkes oyuncu. Bu oyunun kuralları, onlara sadık kalmak ve onlara karşı çıkmak arasında kalan, dar ve gizli bir alana yerleştirilmiş.

Damarlar ve Tuğlalar

Evler. Dört duvar, duvarların içinde borular var, paslı borular ve pencerelere asılmış renkli saksılar. Bir çatının altındadır hayat, Bazen yalnız, bazen ortaklaşa. Yuva. Müşterek müessese. En küçük birim. Çalı çırpı hepsi. Gerçek şu ki kuşların zanaatkârlığını insanlar taklit etti. Alışkanlık, sadakat ve ait hissetmek. Ait olmak birine, birilerine. Özlem duymak. Hisler, besleyince büyüyor. Yerine oturan ve sadece yerinde güzelleşen bazı şeyler var. Yalnız verimli toprakta açan çiçekler gibiyiz. Pek çok şeyi bildiğimizi sanar, nitekim yanılır ve taşınırız. Ve günün karanlık yüzünden baktığımızda görürüz ki gün ışığı, düştüğü yeri şefkatle öper. İnsan, hayaletlerinin gölgesinde dinlenmeli. Yorgunluk, göz kapaklarında birikmiş. Denizdeki dalganın zincirleme  köpüğünde suyun gizli mesajı hapsolmuş. Bak, karıncalar durmaksızın çalışıyor. Betonu delen şu yabani otlara bak! Bulutlar, bize bir şeyler anlatmak istiyor. Dışarıda hayat var, hayatta ise ritm. Ritmde bir düzen var, düzende ise...

KOLOSS

Ben doyumsuz bir devim. Değersiz hayatları yutuyor ve seni ödüllendiriyorum. Seni ve ruhunu emiyorum. Ben senin canına susamış canavarın ağzıyım. Muntazam bir yalanın yapısı. Sana sahibim. Seni reddediyorum. Ben hayatım. Ölüyüm. Bana güç veriyorsun. Ben senin hayallerin ile çağrıştırılan devasa bir kralım. Korkuların tarafından çağrıldım. Bana ihtiyacın var, beni besliyorsun. Ben heybetli devim. Yanılmaz diktatör. Kurallarım herkes için geçerlidir. Beni dinleyeceksin, benim için kan akıtacaksın. Ben hayatım. Ölüyüm. Kaderine ben karar veririm. Bana güç veriyorsun. Hayallerini yutuyorum. Duyulmamış yalvarış ve haykırmaların gözyaşlarını kana kana içiyorum. Zamanın kabuğunu dolduran korkuyu, büyük bir keyifle içine çek. Azgın kırmızı nehirler ve dereler - benim gölgemin krallığıdır. Sonsuz gecede insan korkusunun her hücremi canlandırdığı yer. İşte burası. Şüphe duyanlara; yaralarınız asla iyileşmeyecek! Yaratılışımı sorgulayanlara; ben gerçek değilim! Acı çekiyorum. Ben kederim. Ben sen...

Gergin Yaylılar Orkestrası

(O , pek çok kişide gizlidir, değişkendir. Pek çok kişi, pek çok kez " O " olmuştur. " O " yücedir, bir sıfattır; birden fazla kişide gizlenir. " O " biri değildir, gıpta ve özen ile yaklaştığım ve aşık olduğum bir kuvvettir. 30 senelik hayatımda, ara sıra yüzünü gösteren bir misafirdir " O ".) Hayır, onunla sınırlı değil. Hiçbir şey onunla sınırlı değil. K endini kandırıyorsun.   İçten içe kendini kandırdığını biliyorsun ve bu tahrip edici oyunundan keyif alıyorsun. Silik ve renkli anılara tutunup, onları sömürmek için, onlarla kişisel tuvalini boyamak için, doğru bildiklerini bir bir parçalarına ayırıyorsun. Her küçük şeyin, her birimize hizmet etmek için oluşturulmuş bütüncül sistematiği sana bir anda ifşa oluveriyor. Artık debelenmenin bir manası yok, çünkü ne yaptığını gerçekten bilmiyorsun... Her şey, onun çok daha üzerinde. O , sadece senin kişisel yolculuğunda kaygan bir basamaktı; bir zamanlar üstüne basmaya her yeltendiğinde tökezled...

Hayat, Kalbin İçine Gömülüdür

Şimdiki zaman, —tüm olasılıklarıyla, sayısız isabet ve ıskalarıyla— geçmişten çok daha üstündür. O, yaşayan ve nefes alan bir organizmadır.

Sessizlik Seksidir

Şimdiye dek sözcükler ile dans etmeyi sever ve iyi de dans ederdim. Ancak artık ara sıra ritmi kaçırdığım ve tökezlediğim oluyor. Kendimi ve içinden geçtiğim bu durum ile olan ilişkimi incelediğim zaman, altta yatan en temel sebebin, sahip olduğum, halihazırda kişisel haznemde bulunan sözcükleri kullanarak arzuladığım sonuca varamayacağıma dair net olmayan bir farkındalığı, bir cümleyi henüz inşa etmeye başlarken edinmemden; yani haz ve arzunun içimde anı anına birbirine temas etmesi ve birbirlerini iptal etmesinden kaynaklandığını tespit ediyorum. İçselliğimde yaşadığım basit ancak etkili bir kısa devre. Ve nitekim buradan belki de şöyle bir sonuca ulaşıyoruz: henüz üzerinde çalışılmamış ve henüz düzeltilmemiş olan düşünceler ya da düşünce taslakları, genellikle doğru ve başkaları için faydalı kelimelere gebe değildir, yüksek olasılıkla olamaz da. İnsanın içinde barınan hiçbir şey, bir hışımla ve gelişigüzel bir biçimde dışarı çıkmamalı, bir başkasına sunulmamalı. Kişi, her daim davra...

Holden Caulfield

“Her neyse, hep, büyük bir çavdar tarlasında oyun oynayan çocuklar getiriyorum gözümün önüne. Binlerce çocuk, başka kimse yok ortalıkta -yetişkin hiç kimse, yani- benden başka. Ve çılgın bir uçurumun kenarında durmuşum. Ne yapıyorum, uçuruma yaklaşan herkesi yakalıyorum; nereye gittiklerine hiç bakmadan koşarlarken, ben bir yerlerden çıkıyor, onları yakalıyorum. Bütün gün yalnızca bu işi yapıyorum. Ben, çavdar tarlasında çocukları yakalayan biri olmak isterdim. Çılgın bir şey bu, biliyorum, ama ben yalnızca böyle biri olmak isterdim. Biliyorum, bu çılgın bir şey.”

Kendi Kendini Ameliyat Etmeyi Bilmeli ya da Terzi Kendi Söküğünü Dikemez

Yaşantılarımızın içeriğini oluşturan her bir element ile uzlaşmak ve sahip olduğumuza inandığımız şeyler ile tutarlı bir ilişki içerisinde kalabilmek bir kuvvet ve olgunluk belirtisidir. Sabırlı ve istikrarlı olmak ve bir başkasının sorumluluğunu üstlenmeyi bilmek bizi biz -yani insan- yapan niteliklerdir.

Küçük Şeyler İçin Uygulanan Büyük Kuvvet

Gevezeliğim tuttuğu ve ihtiyaç duyduğum için yazmak istiyorum. Dünya üzerinde neredeyse 9 milyar insan yaşıyor ve anlaşılan o ki herkesin sahip olduğu, ancak sadece bana ait olmayan bir şey var. Kolektifin kendi içinde paylaştığı ortak bir giz. Herkesin, birbirine eşit biçimde pay ettiği ve sadece benden sakındığı bir nitelik. Karşı konulamaz bir güç. Sadece ve sadece benim sahip olmadığım, kökleri belki de doğaya uzanan bir kuvvet. Hayatın bana emrettiği şekilde, ona karşı geliştirdiğim bu sıra dışı yaklaşıma ya da aramızdaki bu yarı hastalıklı ilişkiye, bundan daha rasyonel bir izah getiremiyorum. En azından bugün; yarın elbette her şey değişir. Sonuç itibariyle bilinir ki aşk, her daim nefrete gebedir. Ve hayat, insana aşıktır. Lafı fazla evirip çevirmeden, direkt konuya girmeli. Bakıyorum da herkes, kendine büyük bir kolaylıkla inanıyor. İş kim oldukları, nelerden hoşlandıkları, nelere sahip oldukları, ne için yaşadıkları ya da ne için ölecekleri gibi mühim konulara gelince herkes,...