Kayıtlar

2022 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Heimlich Manevrası

İçinde barındığımız gerçeklik ile içerdiği tüm elementler arasındaki kuvvetli ilişki, bir örümcek ağına benzetilebilir. Gerçekliği düşüncelerimiz ile örer, hislerimiz ile düğümler ve sarf ettiğimiz kelimeler aracılığıyla da şekillendiririz. Onu gerektiğinde büker, gerektiğinde gerer, bozar, süsler, parçalar ya da dağıtırız. Ya da bunların tümünü yaptığımızı sanar ve buna inanırız. Gerçeklik, kişinin hali hazırda sahip olduğuna inandığı beceri ya da nitelikler sayesinde tespit edebileceği herhangi bir şablona sahip değildir. O, kişi sadece içinde barındığı anın tam merkezine ulaştığında esas formuna kavuşur. Onu biraz da olsa algılayabildiğimiz tek yer orasıdır ve oradan bize yaşam kuvveti aşılar. İçinde barındırdığı her bir element, önceden belirlenmiş hedef noktası sayesinde gideceği yere ve yöne itaat eder ve sadece o doğrultuya odaklanır; tıpkı yaydan çıkmış bir ok gibi. Hedefe ulaştığında ise kilitlenir, oraya tutunur ve orada oluşmaya başlar. Tıpkı rahme tutunan ve oradan beslen...

Petrikor

Bizi biz yapan şeylerin toplamı arzularımızdır. Arzular, arzuladığımız şeyleri ya da olmayı arzuladığımız kişiyi kendimize doğru çekmemize yardımcı olur; ete geçirilen küflü kancalar gibi. Ve bu çekimin hızı, arzumuzun ne derece kuvvetli olduğuna bağlıdır. İşin gerçeği, istediğimiz şeyleri, istediğimiz formunda karşımıza çıkartan arzulardır. Hatta ve hatta, bizleri sürekli olarak bir şeyler istemek zorunda bırakan da onlardır! Uzun lafın kısası, arzu esas olduğumuz şeydir, yaratılış özümüzdür. Arzularımız aracılığıyla kendimize doğru çektiğimiz şeyler, o şeyleri nasıl kullandığımıza göre bize ya eklenir ya da bizden eksiltir. Ancak bu süreç, insanı olması gereken formuna kavuşturur, olgunlaştırır. Yani burada bir hesap yapmaya kalkışan kişi, doğruyu ya da yanlışı, iyiyi ya da kötüyü, yani menfaatine odaklı tüm olasılıkları denkleme dahil etmemelidir çünkü sağlıklı olan budur. Sonrasında ise arzuyu doyurmak için eylem devreye girer. Yaşadığımız dünya, aksiyonların dünyasıdır ve aksiyonu...

Keskin Sakala Öpücük

Küçükken, ailecek yemek yedikten hemen sonra dedem ellerimi yıkardı. Sıvı sabunu sevmezdim. Kalıp sabunu kendi ellerinde güzelce köpürtüp, biriken köpükleri gelişigüzel bir şekilde benim avuçlarıma yerleştirir ve sonrasında ellerimi durulardı. Çok eğlenirdim, iyi anımsıyorum. Hayat bu ya, bugün dedem vefat edeli tam bir ay oldu ve evimde sabun bitti. Sonra da aklıma bu anı geldi.

Haz Sayacı

28-29-30-31

Phantom Pain

Nihayet hazırsın. Hava soğuk, sanki derini kesiyor. Tak kulaklıklarını, sevdiğin şarkıları sıraya koy ve rota bellemeden dışarı çık. Sonra üşü ve yürü. Daha çok üşü, daha çok yürü. Üşüdükçe yürü, yürüdükçe düşün. Dünü düşün. Bugünü düşün. Yarını düşün. Olmak istediğin kişiyi düşün. Olduğun kişiyi yargıla. Olmaya zorlandığın kişiyi hayal et. Olamadığın kişiyi düşün, iç çek ve sonra da olabileceğin kişiyi düşün. Oluştuğun kişi sen misin? Bir düşün… Sevdiğini sandığın ancak bir türlü sevemediğin şeyleri düşün. Kazandıklarını, kaybettiklerini bir güzel sapta ki içinde bir ukte olarak kalsınlar. Söylediğin ve sana söylendiğine inandığın yalanları anımsa. Merhamet, şefkat, sevgi, sadakat ve arzu hakkında düşün. En sonunda terk ettiğin her şeyi dirilt. Bir daha hiçbir şeyi sevemeyeceğin ihtimalinden kork. Acaba hayatın boyunca, herhangi bir şeyi gerçekten sevdin mi? Sonra, birlik, aidiyet ve mülkiyete dair düşün. Sahip oldukların, daha doğrusu sana sahip olan şeyler neler? Etrafını çevreleyen...

Gerçekleri Tükürmek/Mezar Taşları Çatlasın

Geçmişin özenle köreltilmiş mızrakları, kişiyi delik deşik etmek için gökyüzünde dengesizce ve süratle süzülürken, anın kaynar suyu, artan bir ivmeyle köpürerek kişinin başından aşağı doğru ağır çekimde boşalır. Tam bu esnada kişi, geleceğin bilinmeyen kaypaklığını, çıplak elleriyle yakalamaya yeltenirken, cildini saran şeffaf zarı yırtabilmek için boş yere debelenir. Sonra gökyüzü tam ortadan, muntazam biçimde ikiye yarılır. Ay kararır ve orada asılı duran ve bir gün düşmesi gereken her şey, yaratılış amacını yerine getirirmişçesine şiddetle yere çakılır. Çünkü yerçekimini kimse ya da hiçbir şey yenemez. Doğanın kanunları, yaratılanlardan çok önce, sadece yaratılanlar için yazılmıştır. Aslanlar, aç kalırsa avlarını diri diri yer. Ağaçların arasından cılız bir rüzgar eserse, kendi aralarında fısıldadıklarını duyabiliriz. Aslında kulakların duyduğunu her zaman ağız tamamlar ve ağızdan çıkacak olanı ise göğüs kafesi belirler. Işık, aydınlatmak için karanlığa ihtiyaç duyar. Her şey, zıtt...
Bilgelerden biri şu tavsiyeyi verdi: "Manevi çalışmanın 10 kuralı vardır. Bunlardan 3 tanesi, bir çocuktan öğrenilir ve 7 tanesi ise bir hırsızdan." Çocuk: 1. Nedensiz yere mutlu olabilir. 2. Bir anlığına bile rahat durmaz. 3. İstediği bir şeyi, tüm gücüyle talep eder. Hırsız: 1. Geceleri çalışır. 2. Dün gece edinemediğini, bu gece edinmeye çalışır. 3. Dostlarına sadıktır. 4. Hayatını hiç değeri olmayan şeyleri elde etmek için bile tehlikeye sokar. 5. Çaldığına fazla değer vermez ve birkaç kuruşa satar. 6. Cezalandırılsa da yolundan vazgeçmez. 7. Her kilit için anahtarı vardır ve kilit açılmıyorsa kapıyı kırar.

Bacaklar Benim, Adımlar Değil

Yol boyunca birini ararken, dinlendiğim yerde kendimi gördüm. Kendimi gördüğümde başka birine ulaşmak imkansızmış, bunu anladım.

ב

Bugün tatmak ile ödüllendirildim: hayatta, gerçekleşmeme ihtimali olan belki de hiçbir şey yok. (Aylar sonra kendime not: Önemli olan, bize armağan edilen tüm bu ihtimal ya da fırsatları nasıl ve ne için kullanabildiğimiz.)
“Dünyada on güçlü şey yaratılmıştır: Dağlar serttir, fakat demir onları keser. Demir serttir, ama ateş onu eritir. Ateş güçlüdür, ama su onu söndürür. Su güçlüdür, ancak bulutlar onu taşır. Bulutlar güçlüdür, ancak rüzgâr onları dağıtır. Rüzgâr kuvvetlidir, ancak beden onu içerisine hapseder. Beden güçlüdür, ama korku onu kırar. Korku güçlüdür, ama şarap onu dağıtır. Şarap güçlüdür, ama uyku onu yatıştırır. Ve tüm bunlardan daha güçlüsü ölümdür; ama diğerkâmlık, kişiyi ölümden kurtarır.”

Doğanın Kanunlarına Dair Gözlem ya da İzlenimlerim:

1)  Doğanın kanunları, işleyen bir sistemi oluşturur. Bu nedenle yaratılan varlık, bu kanunlara ve onların işleyişine boyun eğmek, kanunların tümü ile uyum içerisinde yaşamak zorundadır. Doğanın kanunları değişmez, eğilmez ve bükülemez.       •   Rüzgar ne yöne doğru eserse, ağaç o yönde eğilir. Rüzgarın şiddeti, ağacın formunu belirler. 2)  Doğada bulunan her bir element, birbiri ile bütüncül ve tamamlayıcı bir ilişki içerisindedir.       •   Çimen tanesi, göze tek başınayken ilişmez. Gözlerimiz, yeşilliği bir bütün olarak görür ve o şekilde nitelendirir. 3)  Doğada bulunan elementler arasındaki bağ, birbirlerine eklemek üzerine kuruludur.              •   Bir fidan, büyümek için toprak, Güneş ışığı, hava ve suya ihtiyaç duyar. 4)  Doğru çalışan hiçbir element, ihtiyaç duyduğu kaynaktan geri ödeme yapmamak pahasına almaya yeltenmez. Bir yapıya mensup hiçbir eleman, kendi menfaatine odakl...
Flanör (Fr. flâneur) : 'Aylak kent gezgini' anlamında kullanılan Fransızca kökenli bir sözcük. Bu sözcük, belirli bir karakteri yansıtır. Şehirde koşuşturan ve çalışan diğer insanların aksine flanör, sakince sokakları dolaşır, gözlemler yapar ve bolca düşünür. Kalabalıklar içinde yalnız bir şekilde gezer. Gezintisinin, herhangi bir amacı yoktur. Edebiyat kaynaklı flanör sözcüğü ile genellikle erkek bir karakter kastedilmekteydi. Bu sebeple daha sonra, kadınlar için kullanılan flâneuse (flanöz) kelimesi ortaya atıldı. Walter Benjamin'in "Pasajlar" adlı kitabında yaptığı tanıma göre ‘‘Flâneur, sığınağını kitlede arar.’’ Ve aynı zamanda; ‘‘Kitle bir peçedir; bu peçenin ardından alışılmış kent, bir göz yanılsaması (fantazmagori) niteliğinde Flâneur’ü çağırmaktadır. Kitle, yani kalabalıklar, onun evi gibidir.”
"...Zira inek, buzağının emmek istediğinden daha çoğunu emzirmek ister."

Görmeliyiz

Sanki tüm dünya zaten dengedeymiş ve sadece biz gerçekleştireceğimiz herhangi bir eylem ile bu terazinin dengesini bozabilirmişiz gibi...
“Gözyaşı içinde ekenler, neşe içinde biçecek.”

Rüya İçinde Rüya

Diyelim ki rüya görüyorsunuz. Rüyanızda, uzaktan bir polis arabasının siren sesleri duyuluyor. Uzaklarda bir yerde, araba beliriyor ve bir anda sizi kovalamaya başlıyor. Tabanlara kuvvet, kaçmaya koyuluyor, oradan giriyor, buradan çıkıyorsunuz. Kısacası rüyanızda nefes kesen bir serüven yaşıyorsunuz. Başınıza türlü türlü fantastik şey geliyor ve hepsi de çok gerçek hissettiriyor. Yani gördüğünüz rüyanın içeriğinde, gerçekliğine etki eden, üç adet ikna edici unsur var: 1) kurgulanmış bir senaryo, 2) üç boyutlu bir mekan algısı, 3) işleyen bir zaman konsepti. Tıpkı, beş duyumuz aracılığıyla tecrübe ediyor olduğumuz bu dünyada olduğu gibi, rüyanızda da bu beş duyunun hükmü altında hareket ediyorsunuz. Sonra bir anda uykunuzdan kan ter içerisinde, nefes nefese kalmış bir halde uyanıyorsunuz. Ve bir de bakıyorsunuz ki sizi rüyanızda kovalayan polis arabasının siren sesi, esasen o esnada çalan telefon alarmınızmış! Sizi, rüyanızda bir polis arabasının kovalama sebebiyse, uykuya dalarken açık...

Düşünmek, Kondisyon İsteyen Bir Eylemdir

Zamana ve onun göreceliliğine dair algımız, içinde bulunduğumuz anda gerçekleştirdiğimiz eylemden aldığımız haz ile tamamen doğru orantılıdır. Eğer, bizi sıkan, yani arzulamadığımız ve haz almadığımız ya da haz alma ihtimalimizin olmadığına inandığımız bir eylemde bulunuyorsak, zaman bize yavaşlamış gibi gelir. Sündükçe süner, bitmek bilmez. İşte bu anlarda hep dakika sayarız ve dakikalar bize hep saatler gibi gelir. Ancak bize haz veren, arzuladığımız bir eylemde bulunuyorsak zaman gerçekten de kendini su gibi hissettirir ve bizler de sanki onun üzerinde seyrediyormuş gibi özgür hissederiz. Bu anlarda da dakikalar geçmesin diye onları saymaya koyuluruz ancak bir saniyeyi dahi yakalayabilmek mümkün değildir. Her şey, biz göz açıp kapayıncaya kadar gerçek ve yalan arasında seyreder. İşin aslı, zamanın kontrol kumandası bizilerin elinde değildir. Aksine kamçısı sırtımızda, kamçının sesi ise kulaklarımızda kendine bir yer bulur. Bu nedenle, sınırlı algılarımızla uyguladığımızı sandığımız ...
Bazen ağaçlara sarılmak istiyorum.
Bazıları hayatın, iyilik yapmak ve kötülükten uzak durmaktan ibaret olduğunu düşünür. Onlara göre, mücadelenin herhangi amacı yoktur - mücadele etmek, başarısız olmakla eşdeğerdir. Çünkü başarının, acıyla hiçbir ilişkisi olmadığını hayal ederler. Bu, trajik bir yanılsamadır. Mücadele, karanlık aydınlığa dönüştürüldüğünde, nihai olana ulaşmak için bir fırsattır. Mücadelenin ortasında, içsel bir ışık uyanır. Karanlığı alt edecek, onu kuşatacak ve kazanacak kadar derin bir ışık... Karanlık, onunla yapılan savaşta, herhangi bir hamle yapmazsa, nasıl fethedilebilir ki?
Sandığımız başka, gösterdiğimiz başka, olduğumuz başka. Gördüğümüze inandıklarımız, göremediklerimiz ve göreceklerimiz ise muamma.

Zamanın Efendisi

Beni büyüten bir bilgeden, şunları duydum: “İnsan, tam öleceği esnada, tüm hayatı sanki toplamda 3 gün sürmüş gibi hisseder: doğduğu, büyüdüğü ve de öldüğü gün. Sonrasında ise sadece tam içinde bulunduğu anı yaşamış gibi hissederek ölür.” Geçirdiğimiz her bir saniye için, gelişimimiz doğrultusunda bize sunulan bir fırsat, sadece bizim için açılan yeni bir sayfa demek yanlış olmaz. Bu nedenle dünü ya da geride bıraktıklarımızı değiştirmek için herhangi bir eylemde bulunma şansına sahip değiliz. Ancak dünden öğrendiklerimiz ile bugün bir şey yapabiliriz; yeni ve doğru bir şey. Dün, bugünün aklını, üzerinde temellendirebilmemiz için vardır. Bugün ise, yarın yürümeyi bilinçli bir şekilde tercih edeceğimiz yol için çizdiğimiz bir haritaya benzetilebilir. İşin aslı zaman, sunduğu tecrübeler aracılığıyla bizlere ışık tutar ve hayata doğru formda adapte olabilmemiz konusunda yardımcımız olur. Ancak bunların tümünü, bizden gizli yapmaya meyillidir. Bu gizlilik nedeniyle, yaptığımız hatalar saye...

Doğamızı Anlamak

Herkes, bir şekilde, başkasında gördüğü açığı kapatmak ya da daha dürüst bir tabirle başkasının kusurunu örselemek peşindedir. Herkes, kendini tanımadığı ölçüde ancak bir başkasına kendini tanıtabilir ve esasen herkes, başkalarını tanıyor olduğuna inandığı kadar, kendi doğasını tanımaktan bir adım daha uzaklaşmış olur. Herkes, başkaları için sınırlarını belirlediği gerçekliğe dair, kendince kuvvetli çıkarımlarda bulunur ve bu çıkarımlara da gözü kapalı kanar. Ancak kişi, gerçekte sadece kendini kandırır ve de kandırabilir. Kişi, mantığı aracılığıyla oluşturduğunu sandığı tüm bu çıkarımların, esasen kendisinde eksik olan nitelikler olduğunu göremez. Yani temelde herkes, kendi yoksunluğunu, başkalarının haklarını sömürerek yamamaya çalışır ve bunu otomatik çalışan bir makine gibi, bilinçsizce uygular. Çünkü insanın doğası, yalnızca kendi menfaatine odaklı işler. Her birimiz, birbirinden farklı niteliklerle kuşatılmışızdır. Bu tıpkı suratlarımızın birbirinden farklı olmasına benzer. Yarat...

Seçim Nerede Devreye Girer?

Eğer varsa, özgür seçimi nerede bulabiliriz? Bu soruyu cevaplamak için önce kendi özümüzü anlamalı ve bizi oluşturan elementleri görmeliyiz. 1933’te yazılan, “Özgürlük” makalesinde, Baal HaSulam her maddenin ve her kişinin içinde onları tanımlayan dört faktör olduğunu açıklar. Bu faktörleri izah etmek için bir buğday tohumunun büyümesi örneğini kullanır. Tohumun büyüme sürecini izlemek kolay olduğundan ve olguyu bütünüyle anlamamızı sağlayacağı için bu, mükemmel bir örnektir. 1. İlk Madde – Genetik Özümüz İlk madde, her nesnenin içindeki genetik özdür. Farklı şekiller alabileceği gibi, kendi içinde asla değişmez. Örneğin, buğday toprakta çürüdüğü ve şeklini tamamen kaybettiği zaman, onun genetik özünden yeni bir buğday tomurcuğu daha büyür. İlk etken, öz, temel ilkeler, genetik kodumuz başlangıçtan bizim içimizdedir. Dolayısıyla, bunu değiştirmemiz ya da etkilememiz olanaksızdır. 2. Değiştirilemeyen Nitelikler Özün evrimsel yasaları asla değişmez ve her nesnenin değişmez nitelikleri b...
Istırabın yolu ya da hazzın yolu , başka bir yol yok. Bu iki yolun ise kendi içlerinde barındırdığı friksiyonlar var. Yani her şey adımları atana ve bu adımları attırana bağlı.
Tüm ölçümler şu prensibe göre yapılanmıştır: Etkinin kendisi değil, etkiye olan tepki ölçülür.
Şafak beni değil, ben şafağı uyandırırım.
Başını eğenin, suratı erken çöker. Çünkü tam karşısında olanı görmeye meyillenmeyen kişiyi toprak kendine doğru çeker, gökyüzü ise kendinden yavaşça iter.

Sold Out!

Hem yazan, hem yöneten, hem de oynayan bir tanrı.
Eylem, onu oluşturan düşüncenin başında belli olur.

Gerçekliğe Karşıt Olan Tüm Eksikliklerimiz

Şunu bil: herkes haklı ve belki de hiç kimse suçlu değil. Ve unutma: kişinin, hayatına dair kendine atfedebileceği hiçbir şeyi yok. Varoluşunun dinamiklerine ters mühendislik uygula ve dilini törpülemek için olduğun yerde üç kere zıpla, altı yüz altmış altı kere düşün ve bir kere söyle. Sen bir arzusun: kendin için haz alma arzusu. Bu hali hazırda doğan. Bu nedenle doğanı, onun tam zıttı ile kıyafetlendirmeden, realiteyi olağan bütünlüğü ile algılaman olası değil. Çünkü realitenin her bir elementi, zıt niteliklerin birbirleriyle olan ilişkisinde kendini bütün çıplaklığı ile bizlere ifşa eder. Herkes, bir diğerinden sorumlu olmadığını ve sadece kendinden sorumlu olduğunu sandığı sürece dünya çatırdamaya ve de fazlalığı üzerinden silkelemeye devam edecek. Yanılsamalar bizi yeniyor. Ama öyle, ama böyle...  Doğanın kanunları eğilmez ve de bükülemez. Zayıf, bencil ve uyumsuz hayatta kalamaz. Sadece ve sadece kendinden sorumlu olduğuna inanan herkesin, kendisiyle arası, esasen başkalarıy...

Yol & Yolcu

Yoldayken öğreniyorum ki ruhum, ıslahına göre bedenleniyor. Bedenim, donatılmış olduğu beş duyu aracılığıyla dış dünyayı algılıyor ve algı kabiliyetim de, içine doğduğum çevrenin etkisiyle, içimde aktive olan niteliklere göre form alıyor, şekilleniyor. Böylelikle, yaşamaya koyuluyorum ve beni saran dış dünyaya ait hisler, içimde ifşa olmaya başlıyor. Yavaş yavaş hayat ve ona karşı nasıl bir yaklaşım geliştirmem gerektiği bana, belki de hiç sezdirilmeden öğretiliyor. Ben ise hep bir şeyler yaptığımı sanıyorum. Hislerimin birikim ve zenginliği ile, sanki bir bebek gibi büyütülüyor ve nitekim bir anlayışa getiriliyorum. Bu anlayış, beni spesifik bir yoksunluğa getiriyor. Bu yoksunluk ise bana kocaman bir arzu monteliyor. Ve bu arzu, içimde bir çığ gibi büyümeye başlıyor. Sonra, o zamana dek beş duyum ile algıladığım ve ‘gerçek’ dediğim hayat, sanki gözlerimin önünde yavaşça sönüp gidiyor ve ben, içimde giderek büyüyen o tek arzuyu doyurmak odaklı, koca bir iştaha dönüşüyorum. Bir anda her...

Fantastik

666 sene, 1 kişi. 1001 tilki ve 1001 kuyruk. 10.001 senaryo ve 1 inanç. 22 ayrım ve 11 sonuç. 1 yol ve 2 bacak. 2+2=5.
...Ancak, Güneş'in altında yeni olan hiçbir şey yoktur.

I: Bir Çözüm Var Mı?

Yaşadıklarımızla da öğrendiğimiz gibi sebep (neden olan), alt dünyada bir anne rahminde gibi çevrilmiş, toplumun baskısı altındayken, dengeli ve sükûnet içerisinde sürekli yaşamamız mümkün değil. Özetle insan, bir etki yaratan sebep içerisinde mutlak mutluluğu hissedemez. Bu bizim için yeni bir şey değil. İnsan yüzyıllardan beri ne kadar zengin, ne kadar güçlü ve bilgili olsa da hiçbir zaman kendi arzuladığı seviyede ya da şekilde hayatı biçimlendirmeyi başaramadı. Yaşlı insanlara bile sorsanız sizlere söylerler, hayat geçti ama fazla değişen bir şey yok çünkü maddeyi kontrol etmek mümkün değil – bu fiziksel (materyal) dünyayı. Madde, üst dünyaların düşüncelerinin ve güçlerinin burada yansımasıdır. İnsanoğlu her zaman neyi istedi? Sokakta herhangi birisine sorun – herkes çocukları için daha iyi bir hayat istiyor. Peki, bunca teknoloji ve bilimsel gelişmeye rağmen neden hala mutlu olmayı beceremiyoruz? Materyal dünyayı kontrol edemiyoruz ve sürekli yeni bir virüs ya da hastalıkla şaşkın...

II: Bir Çözüm Var!

Aslında her şey benim içimde, tüm dünyalar ve tüm gerçek, kendimi tüm bunlardan ayrı görmemin nedeni de bilincimin yetersiz olmasından. Algıladığımız gerçeklik sadece düşsel, algıladığım her şey zıt ilişki içerisinde; sıcak – soğuk, yüksek – alçak, tatlı – acı. Elimde altıncı bir parmağın olmasını hayal bile edemiyorum çünkü yaşadığım gerçekte bunun tersi yok. Yani sadece beş duyumla her şeyin tersine göre gerçeğinin nasıl olabileceğini düşünebilirim. Aynı şey, iyi ve kötü içinde geçerli. İyi ve kötü ne demek? Mükemmel adalet diyebileceğimiz bir şey var mı? Eğer ben mutlu olma arzusundan yaratılmış bir yaratıksam, beni mutlu eden şeyleri iyi, bana acı veren şeyleri ise kötü olarak algılarım. Eğer devlette bir bürokrat para çalıp yolsuzluk yapıyorsa kötü, ama bu amcamsa ve bana bu parayla bir spor araba alırsa biraz daha iyi. Fırtına kötü bir şey, ancak ben çiftçiysem ve rakiplerimin hasadını fırtına yok ettiyse bana olabilecek en güzel şey bu. Ayrıca görüyoruz ki insanoğlu hep deniyor....

Geri Çağırmak

Hayatın ne hakkında olduğunu öğrenmek için her birimiz, kendi içimize bakabiliriz. Bilinçaltımızda gömülü, hafızamızın en uzak köşesinde, bilmemiz gereken her şeyin bilgisi yatıyor: hayatın amacı, gerçekten sevmeyi nasıl öğreneceğimiz ve potansiyelimize nasıl ulaşılacağı. Görevimiz, bu bilgilerin tümünü bilinçli zihne getirmek, yani hatırlamak için belirli bir çaba göstermek.
Gerçek ve onun bilgeliği gelecekte yaşar ve oradan bizimle konuşur. Geçmişin bilgeliği diye bir şey yoktur. Her geçen saniye biz yaşlanırız, bilgelik ise gençleşir; ta ki git gide ona yaklaştığımız ve onu tam doğumu esnasında yakaladığımız ana dek. Bu nedenledir ki gerçekler, asla eskimez.
Cennet  ya da  cehennem , ikisi de kişiye aynı koşulları sunar. Aradaki farkı oluşturan şey, birbirimize karşı beslediğimiz hisler, geliştirdiğimiz düşünceler, takındığımız tavırlar ya da davranış biçimlerimizde gizlidir.
Kişi, hali hazırda olduğu yer ve aslen olması gerektiği yer arasındaki fark kadar ıstırap çeker.

Integral

Evren, tek ve bütün bir varlıktır. Her şey ve herkes, görünmez bir hikayeler ağı ile birbirine göbekten bağlıdır. Farkında olalım ya da olmayalım, hepimiz, her daim sessiz bir sohbet içerisindeyiz. Bu nedenle birisi hakkında konuşurken iki kez düşünmeli, masum gözüken bir söz dahi etmemeli. Çünkü ağzımızdan çıkan sözcükler kaybolmaz, sonsuz bir boşlukta sonsuza dek saklanır, süzülür ve zamanı gelince hepsi bize geri dönerler.

Bir Kere Söyle, Üç Kere Düşün

Sarf ettiğimiz sözcüklerden ibaretiz. İnşa edilen diyaloğun niceliği, kalbin hassasiyetini yansıtır. Bu sebeple boş yere konuşmaktan kaçınmalı. Ve bilinmeli ki, dağınık bir zihni düşündüren, düşüncesizce sergilenen gevezeliktir. Konuşma becerimize dair yaptığımız bu hesaplama ya da kısıtlama, yazılı ya da sözlü, kullanabileceğimiz tüm kelimeleri içermelidir. Çünkü her bir kelime, iyileştirme ya da zarar verme gücü taşımaktadır. Bilgenin biri, bir kişinin sarf edebileceği belirli sayıda kelime ile doğduğunu; haznesindeki kelimelerin tümünü kullandığında ise o kişinin öldüğünü söylemiş. Bu durumun, bizler için böyle olduğunu hayal edebiliriz. Konuştuğumuz her bir kelime, bizi ölüme bir adım daha yaklaştırıyormuş gibi. Böylelikle, söyleyeceğimiz bir sonraki sözü sarf etmeden önce, kendimize, "bu kelime için ölmeye değer mi?" diye sorabiliriz.
Işığın üstünlüğü, karanlığın içindedir.

Bozuk Motor ile Acı Manzaraya Doğru

1- Birlik bilincinin, beraberliğin ve karşılıklı sorumluluk bağının, kuvvetle ve bizi sararak işliyor olduğunun ifşası karşısında kişinin her hareketini, her daim, yeniden ve tekrar halinde değerlendirme gerekliliği duyması ve buna dönük bir ihtiyaç geliştirmesi. 2- Menfaate bulanmamış bir niyet oluşturma çabası ve dışımıza dönük bir amaca odaklı hareket etmeye tutunurken, çaresiz kaldığımız koşullar karşısında yükseltilen talebin, bir biçimde ve en uygun anda olgun sonucu doğurması. 3- Arzularımızın, söylediklerimizin ve üzerinde fazla düşünmeden dilediklerimizin, hayatımıza ve onun gidişatına bir doğrultuda şekil verdiği ve bu durumun her birimizin hayatı üzerindeki hükmü. Bunlar, vakti gelince kendini belli eden üç unsurdur. Sonrasında kişiden gizlenmeye devam ederler.

Kaostan Ahenge

İnsanlığın derin bir bunalımda olduğu sır değildir. Bir çoğumuz zaten bunu hissediyoruz. Anlamsızlık, öfke ve boşluk hisleri yaşamlarımızı yutmuş durumda. Ailevi ve ekonomik krizler, sorunlu eğitim sistemleri, uyuşturucu kullanımı, kişisel güvensizlikler, nükleer savaş ve ekolojik tehdit korkusu... Bunların tümü, mutluluğumuz üzerinde kara bulutlar oluşturuyor. Yaşantılarımızın kontrolünü kaybediyor ve problemler geldikçe de onlarla baş edemiyoruz gibi görünüyor. Hastalığa doğru teşhis koymanın tedavinin yüzde ellisi olduğu malum bir bilgi. Dolayısıyla, sorunlarımızı çözmek için önce onların sebeplerini kavramamız gerekir. Buna başlamanın en güvenli metodu, insanın ve dünyanın doğasını anlamaya çalışmaktır. Eğer kendi doğamızı ve bizi etkileyen/çevreleyen yasaları anlarsak, nerede hataya düştüğümüzü ve içinde bulunduğumuz zor durumları nasıl sonlandıracağımızı öğrenebiliriz. Bizi saran doğayı gözlemlediğimizde, doğanın cansız, bitkisel ve hayvansal seviyelerinin tamamının genetik içgüd...